3.4 Avrupa Birliği’nde ve Türkiye’de Kadın
Sevinç Eryılmaz
Anahtar Sözcükler Toplumsal Cinsiyet, Kadın-Erkek Eşitliği, Eşit Değerdeki İşe Eşit Ücret, Ayrımcılık, Avrupa Komisyonu Kadın Şartı, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi
I. Avrupa Birliği’nde Kadın Erkek Eşitliği +
Kadın erkek eşitliğinin, bir diğer deyişle toplumsal cinsiyet (1)
eşitliğinin sağlanması Avrupa Birliği’nin kurucu ilkeleri ve temel değerleri arasında yer almaktadır. Bu bağlamda Avrupa Birliği siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda kadınlarla erkeklerin eşit konuma ve eşit haklara sahip olmasını sağlamayı hedeflemektedir. Bu hedefin gerçekleştirilmesine yönelik olarak bir taraftan kadınlara ve erkeklere eşit muamele edilmesine ilişkin yasal düzenlemeler gerçekleştirilirken diğer taraftan da sosyal politikalar aracılığıyla bu yasal düzenlemelerin hayata geçmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
Bu tedbirlerle birlikte kadın erkek eşitliğinin sağlanması konusunda Avrupa Birliği oldukça fazla mesafe kat etmiştir. Bu gelişmede, bütün plan, program ve politikalara ilişkin kararların alınması sürecine toplumsal cinsiyet bakış açısının dahil edilmesi (gender mainstreaming) (2)
oldukça etkili olmuştur.
Tüm bu yasal ve siyasi önlemlerin sonucu olarak Avrupa Birliği ülkelerinde özellikle çalışma hayatında ve eğitimde kadınların sayısı artmıştır. Ancak öte yandan hala, ülkeler arasında farklılıklar olmakla birlikte, Avrupa Birliği’ne üye devletlerde de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sürdüğünü söylemek gerekmektedir. Kadınlarla erkekler arasındaki ücret farkı, kadınların parlamentolarda daha az temsil edilmesi, şirket yönetimlerinde daha az sayıda kadının yer alması gibi örnekler bu eşitsizliğin en çok göze çarptığı göstergelerdir.
Avrupa Birliği çerçevesinde toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından bir diğer önemli sorun ise kadına yönelik şiddettir. Avrupa’da kadınların %20 ila %25’inin hayatlarında en az bir kez fiziksel şiddet mağduru oldukları tahmin edilmektedir. Avrupa kamuoyunun nabzını tutan Eurobarometre verilerine göre de her dört kişiden biri arkadaşları veya ailesinde şiddete uğrayan bir kadın tanıdığını, her beş kişiden biri ise arkadaşları veya ailesinde şiddet uygulayan bir kişi tanıdığını belirtmiştir. 2009 yılında kadın erkek eşitliğine ilişkin algıların ölçülmesine yönelik olarak gerçekleştirilen Eurobarometre araştırmasına göre, Avrupalılar kadın erkek eşitliği bakımından en öncelikli sorun olarak kadına yönelik şiddet sorununa işaret etmektedir. Kadına yönelik şiddetin ardından ise kadınlarla erkeklerin ücretleri arasındaki fark sorununun altı çizilmiştir.
A. Avrupa Birliği’nde Kadın Erkek Eşitliğinin Yasal Çerçevesi
Genel olarak Avrupa Birliği içinde kadınlara dair düzenlemeler, Kurucu Antlaşmalar, Avrupa Bakanlar Konseyi ve Avrupa Komisyonu tarafından çıkartılan direktifler, içtihat hukuku (3)
oluşumunu sağlayan Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı kadın erkek eşitliğine ilişkin kararlar ve Avrupa Birliği Eylem Programları içinde yer almaktadır.
Kadın erkek eşitliği bağlamında ilk olarak 1957’de Avrupa Birliği’nin kurucu metni Roma Antlaşması’na “eşit işe eşit ücret” (4) ilkesi kabul edilmiştir. Eşit işe eşit ücret ilkesi aynı işi yapan kadınlarla erkeklere aynı ücretin ödenmesini, sadece cinsiyetlerinden dolayı, aynı işi yapmalarına rağmen kadınlarla erkekler arasında ücret bakımından ayrımcılık yapmamayı gerektirmektedir. Böyle bir ilkeye gereksinim duyulmasının sebebi aynı işi yapsalar bile sırf cinsiyetleri nedeniyle kadınların erkeklerden daha düşük ücret almalarıdır. Kadınlar toplumsal cinsiyete dayalı önyargılar nedeniyle daha düşük ücret almaktadırlar. Toplumsal cinsiyete dayalı önyargılar kadınları asıl olarak ev işleri, çocuk bakımı gibi işlerden sorumlu tutarken, erkekleri de evin geçimini sağlaması gereken kişiler olarak betimlemektedir. Bu nedenle kadınlar işgücü piyasasına dahil olsalar bile erkeklerden daha düşük ücretle çalıştırılmaktadırlar.
1997’de imzalanan Amsterdam Antlaşması’nda ise bu ilke “eşit değerdeki işe eşit ücret” (5) olarak değiştirilmiştir. Kadınlarla erkeklerin farklı iş kollarında yoğunlaşmaları ve genel olarak bakıldığında kadınların yoğun olduğu iş kollarındaki (örneğin tekstil sektörü, sağlık-bakım hizmetleri, öğretmenlik vb.) ücretlerin erkeklerin yoğun oldukları iş kollarındaki (bilişim, mühendislik sektörü gibi) ücretlere göre daha düşük olması yine toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden “eşit işe eşit ücret” ilkesi yerine “eş değer işe eşit ücret” ilkesi getirilerek kadınlarla erkekler arasındaki ücret farkı kapatılmaya çalışılmıştır. Böylelikle Avrupa Birliği daha fazla sayıda kadının işgücü piyasasına girmesini sağlamayı hedeflemiştir.
1975’den itibaren kabul edilen direktiflerle de esas olarak işgücü piyasasında yer alan kadınlarla erkeklere eşit davranılması sağlanmaya çalışılmıştır. Direktifler işe başvurma, çalışma koşulları, mesleki eğitim, terfi, sosyal güvenlik, mallara ve hizmetlere erişim alanlarında kadın – erkek eşitliği ilkesinin uygulanmasını temin etmek amacıyla ve anneliğin korunması ile ebeveyn izni gibi konuları düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır. Anneliğin korunması amacıyla alınan pozitif önlemler doğum nedeniyle veya süt izni nedeniyle kadınların işyerinde farklı muameleye uğramamasını sağlamayı amaçlamaktadır. Öte yandan ebeveyn izni ile doğum sonrasında annelerin yanı sıra babaların da kullanabileceği bir izin getirilerek çocuk bakımının anne ve babanın ortak sorumluluğu olduğunun altı çizilmektedir. Bir diğer önemli direktif ise işyerinde cinsel tacizin cinsiyete dayalı ayrımcılık olduğunu ve önlenmesi için yapılması gerekenleri vurgulamaktadır.
Amsterdam Antlaşması’yla birlikte Avrupa Birliği’nin kadın erkek eşitliğini sağlamaya ilişkin taahhüdünü güçlendiren iki yeni hüküm sözleşmeye eklenmiştir. Bu hükümler: kadın erkek eşitliğinin geliştirilmesinin Avrupa Birliği’nin temel görevlerinden biri olduğunu belirten 2. madde ile Avrupa Birliği’nin bütün faaliyetlerinde eşitsizlikleri yok ederek kadın erkek eşitliğini geliştirmeyi amaçlayacağını belirten 3. madde. Bu hükümlere ek olarak 13. maddeyle de yaş, cinsel yönelim, engellilik, din ve inanç, etnik veya ırksal köken ya da cinsiyet temelinde ayrımcılıkla mücadele konusunda Topluluğun uygun tedbirleri alma yetkisi tanımlanmıştır. Sözleşme’nin bu hükümleriyle birlikte Avrupa Birliği’nin kadın – erkek eşitliğini sağlamaya ilişkin hedefinin sadece çalışma yaşamıyla sınırlı olmadığı, toplumsal yaşamın diğer alanlarında da eşitliği sağlamanın amaçlandığı anlaşılmaktadır. Lizbon Antlaşması’yla da hem Avrupa Birliği bakımından hem de üye devletler bakımından kadın erkek eşitliğinin bütün plan, program ve politikalara dahil edilmesinin bir yükümlülük olduğu ifade edilmiştir. Öte yandan toplumsal cinsiyet eşitliği Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 23. maddesinde güvence altına alınan temel bir haktır.
5 Mart 2010’da Avrupa Komisyonu Kadın Şartı’nı kabul etmiştir. Böylece toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Bu amaçla 2010-2015 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Strateji Belgesi kabul edilmiştir. Kadın erkek eşitliği konusunda farkındalığın arttırılmasına ve buna ilişkin verilerin toplanmasını ve analizini sağlamaya yönelik olarak 2007’de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği için Avrupa Enstitüsü (6) oluşturulmuştur.
B. Avrupa Birliği’nde Kadınların Çalışma Yaşamına Katılımı
Avrupa Birliği 2020 yılına kadar hem kadınların hem erkeklerin %75’inin çalışma yaşamına katılımını sağlamayı hedeflemektedir. 2009 yılı verilerine göre ise Avrupa genelinde kadınların çalışma yaşamına katılım oranı %62,5’tir. Kadınların çalışma yaşamına katılım oranı ile erkeklerin çalışma yaşamına katılım oranı arasındaki fark %12,9’dur. İsveç (%75,7), Danimarka (%74,8), Hollanda (%72,7) ve Finlandiya (%72,4) kadınların çalışma yaşamına en fazla katıldıkları ülkelerken, Malta (%39,8), İtalya (%49,7), Yunanistan (%52,7) ve Macaristan (%54,4) kadınların çalışma yaşamına en az katıldıkları ülkelerdir.
Kadınların çalışma yaşamına katılım oranındaki düşüklüğün en temel nedeni, işe ilişkin sorumluluklarla aile yaşamına ilişkin sorumlulukların bir arada yürütülmesinin zorluklarından kaynaklanmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle ev işleri ve çocuk bakımından asıl olarak kadınlar sorumlu tutuldukları için çalışma yaşamına katılımları ve kariyer planları sınırlanmaktadır. Çocuğu olan kadınların çalışma yaşamına katılım oranı çocuğu olmayan kadınlardan %11,5 daha düşük iken, çocuğu olan erkeklerin çalışma yaşamına katılım oranları çocuksuz erkeklerden %8,5 daha yüksektir. Bu veri çocuğu olan kadınların çalışma yaşamına katılımının daha güç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle Avrupa Birliği, üye ülkelerde ucuz ve kaliteli kreşlerin oluşturulmasının çocuklu ailelerin çalışma yaşamına katılmalarını teşvik etmek bakımından çok önemli olduğunun altını çizmektedir.
Çalışma yaşamı verileri bakımından bir başka çarpıcı sonuç Avrupa Birliği genelinde yarı zamanlı işlerde çalışan kadınların sayısının erkeklerden çok daha fazla olmasıdır. Kadınların %31,4’ü, erkeklerin ise yalnızca %8,1’i yarı zamanlı işlerde çalışmaktadır. Kadınların neredeyse %75’inin çalışma yaşamına katıldığı Hollanda, Danimarka ve İsveç gibi ülkeler aynı zamanda kadınların en fazla yarı zamanlı olarak çalıştıkları ülkelerdir.
Avrupa Birliği’nde eşit işe ve eşdeğer işe eşit ücret ilkesine rağmen kadınlar erkeklerin ücretlerinden ortalama %17,5 daha düşük kazanmaktadır. Kadınlarla erkeklerin aldıkları ücretler arasındaki en yüksek fark %31 ile Estonya’da, en düşük fark ise %5 ile İtalya’dadır. Avrupa Birliği’nin kuruluşundan itibaren önem verdiği bir ilke olmasına ve bütün Avrupa Birliği ülkelerinde gerekli yasal düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen ücretler arasındaki fark kapanmamaktadır. Bu durumun toplumsal cinsiyet ilişkileri sistemiyle ilintili çok karmaşık nedenleri vardır. Kadınların genellikle daha düşük ücretli sektörlerde, yarı zamanlı işlerde çalışması bu sebepler arasında yer almaktadır. Bunun giderilmesi için belirli cinslerin az temsil edildiği mesleklere özendirici politikalar geliştirilmesi gerekmektedir.
Örneğin Almanya’da kreşlerde çalışan nitelikli erkek personel sayısının arttırılmasına yönelik bir program yürütülmektedir. Aynı şekilde bilgisayar bilimleri alanında çalışanların %64’ü erkektir. Buradaki kadın sayısını arttırıcı teşviklerin yapılması gerekmektedir.
C. Avrupa Birliğinde Kadınların Siyasete Katılımı
Avrupa Birliği’nde kadınların karar alma süreçlerinde düşük temsil edilmeleri kadın erkek eşitliği bakımından bir diğer sorundur. 2010 yılında, 27 Avrupa Birliği ülkesinden sadece Almanya, Finlandiya ve Slovakya’da hükümetin başında bir kadın vardı.
Parlamentolara bakıldığında da toplumun yarısını oluşturan kadınların Avrupa Birliği genelinde ortalama %24’le temsil edildiği görülmektedir. Bu oran İsveç ve Hollanda’da %40’ın üzerindeyken Malta ve Macaristan’da %10’un altındadır.
Kadınların siyasete katılımının önünde çok ciddi engeller vardır. Bu nedenle kadınların siyasete katılımını kolaylaştıracak, mümkün kılacak ve teşvik edecek pozitif önlemlerin alınması gerekmektedir. Bazı Avrupa Birliği ülkelerinde bu yönde politikalar uygulanmaktadır. Örneğin Polonya ve İspanya’da dengeli seçim listeleri oluşturulmak zorundadır. Bazı başka ülkelerde de siyasi partilerin her iki cinsiyet bakımından dengeli üyelik politikaları izlemeleri önerilmektedir.
Kadınların siyasete katılımını sadece ülke yönetimine katılmak olarak algılamayıp bütün karar mekanizmalarında kadınların temsil edilme düzeylerine bakılmalıdır. Bu noktadan bakıldığında, şirket yönetimlerinde karar alma noktasındaki kadınların sayısı da önemli bir veri oluşturmaktadır. Avrupa Birliği genelinde en büyük şirketlerin sadece %3’ünün başında kadınlar yer almaktadır.
Şirket yönetimindeki kadınlara ilişkin oranlar söz konusu olduğunda İsveç ve Finlandiya’da yönetim kurullarındaki kadınların oranının %25, Lüksemburg, Kıbrıs, İtalya ve Malta’da bu oranın %5’in altında olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde bu konuda oldukça farklı oranlar söz konusudur.
Bazı ülkeler şirket yönetimlerinde farklı cinsiyetlerin eşit temsili konusunda yasal düzenleme yapma yoluna gitmiştir. Örneğin, Norveç 2006’da yönetim kurullarında her iki cinsin en az %40 ile temsil edilmesini zorunluluk haline getiren bir kota yasası kabul etmiştir. Bu kotaya uymayan şirketlerin cezalandırılmasını öngörmüştür. Bu yasanın ardından Norveç’teki büyük firmalarda kadınların sayısının hızlı bir şekilde arttığı gözlenmiştir. (7)
II. Türkiye’de Kadın Erkek Eşitliği: Arkaplan +
Türkiye’de de kadın erkek eşitliğinin sağlanması yolunda çok önemli adımlar atılmıştır. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması yönündeki talepler, Cumhuriyet’in ilanından önce, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren yükselmeye başlamıştır. Modernleşmeye paralel biçimde Osmanlı’nın son döneminde kadınlar kamusal hayata daha fazla katılmak için mücadele vermişlerdir. Kadınlar, kurdukları dernekler ve yayınladıkları dergiler aracılığıyla bu taleplerini dile getirmişlerdir. Kadınlar Dünyası, Hanımlara Mahsus Gazete, Şüküfezar bu dönemde çıkarılmış önemli dergilerden bazılarıdır. Bu dergilerde evlilik ve aile kurumunun yeniden düzenlenmesi, kadınlara eğitim hakkı verilmesi gibi talepler dile getirilmiştir. Osmanlı’nın 1876 tarihli ilk anayasasında (Kanun-i Esasi) kız ve erkek öğrencilere ilköğretimin zorunlu hale getirilmesi, miras yasasında değişiklik yapılarak arazi mirasının kız ve erkekler arasında eşit paylaştırılması gibi gelişmeler Osmanlı’nın son döneminde toplumsal hayattaki değişimlerin uzantısı olarak ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kadınların statüsünde önemli değişiklikler yaratan gelişmeler olmuştur. Örneğin, 1926 yılında İsviçre Medeni Kanun’undan uyarlanarak kabul edilen Medeni Kanun’la birlikte çok eşlilik yasaklanmış, kanun önünde kadınla erkeğin eşitliği kabul edilmiş ve boşanma ve velayet konularında kadınlarla erkeklere eşit haklar getirilmiştir. Hiç kuşkusuz bu gelişmeler, söz konusu dönem bağlamında kadınların statüsünde önemli bir ilerleme sağlamıştır. Ancak gerçekte Medeni Kanun, kadın erkek eşitliği aleyhine pek çok hüküm içermekteydi ve bütün bu ayrımcı hükümler 2000’li yıllara kadar yürürlükte kalmıştır.
Kadınlar 1930’da yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkına, 1934’de ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkına sahip olmuşlardır. Bazı ülkelerde kadınların oy hakkına 20. yüzyılın sonlarına doğru kavuştuğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de kadınların oy hakkına bu kadar erken sahip olmaları, en azından o dönemin koşullarından bakıldığında, önemlidir. 1935’deki milletvekili genel seçimlerinde 18 kadın milletvekili Meclis’e girmiş, kadınlar parlamentoda % 4,5 oranında temsil edilmişlerdir. Ancak ne yazık ki kadın milletvekili oranı Cumhuriyet tarihi boyunca çok düşük kalmıştır ve 2000’li yıllarda da Meclis’teki kadın sayısı çok düşüktür.
Cumhuriyetin başlangıcındaki toplumsal dönüşüme paralel biçimde kadınların statüsünü değiştiren bu yasal değişikliklerin ardından, 1935’de “Türk kadınlarının bütün haklarını elde etmiş olduğu” gerekçesiyle Türk Kadınlar Birliği kendisini lağvetmiştir. Daha sonra kadın haklarına ilişkin konular, ikinci dalga feminist hareket (8)
kadınların konumunu yeniden sorgulayıncaya kadar gündeme gelmemiştir. Türkiye’de kadın hareketinin ikinci dalgası olarak adlandırılan dönem 1980’li yıllarda başlamaktadır. Kadın hareketinin bu ikinci dönemini tetikleyen ise aile içi şiddet olgusu olmuştur. Kadınlar dayağa karşı kampanya yürütmüşler ve bu konuyu ülkenin gündemine sokmuşlardır. 1998 yılında kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla Ailenin Korunmasına Dair Kanun çıkarılmıştır. Bu yasa, şiddete uğrayan veya uğrama ihtimali olan kadınlar için bazı koruma tedbirleri getirmektedir. Bu koruma tedbirlerinden en önemlisi şiddet uygulayan bireyin şiddet mağduruna yaklaşmamasını gerektiren uzaklaştırma tedbiridir. 2007 yılında gerçekleştirilen bir araştırmaya göre Türkiye’de yaşayan kadınların yaklaşık yarısı bu yasadan haberdar değildir. Haberdar olanların da sadece küçük bir kısmı bu yasadan yararlanarak aile içi şiddete karşı polise, jandarmaya ve mahkemelere başvurmaktadır. Söz konusu yasanın etkili bir şekilde uygulanamıyor olması nedeniyle 2012’de bu yasanın yerine Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiştir. Aile içi şiddet ve genel olarak kadına karşı şiddet olgusu hala yakıcı bir sorun olmaya devam etmektedir ve kadın hareketi mücadelesinin en öncelikli konularından biridir.
Türkiye, 1985 yılından itibaren kadın hakları alanında uluslararası düzeyde en kapsamlı sözleşme olan Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne taraftır. Kısaca “CEDAW” olarak bilinen Sözleşme, Taraf Devletlere kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırma yükümlülüğü getirmektedir. 2001 yılında yürürlüğe giren Sözleşme’nin ek protokolü CEDAW Komitesi’ne şikayette bulunma olanağı getirmiştir. Böylelikle, haklarının ihlal edildiğini ya da kadınlara karşı ayrımcılık yapıldığını düşünen kadınlar ya da kadın grupları iç hukuk yollarını tamamen tükettikten sonra söz konusu uluslararası mekanizmaya başvurabilmektedirler.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği bakımından da kadın erkek eşitliği önemli bir kriterdir. Bu nedenle her yıl yayınlanan ilerleme raporlarında kadın erkek eşitliğindeki gelişmelere de yer verilmektedir. Türkiye’nin uluslararası düzlemde kabul ettiği bir diğer antlaşma Avrupa Konseyi nezdinde imzalanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme henüz uygulamaya konulmamıştır; ancak kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu olan kadına yönelik şiddet olgusunu çok ayrıntılı bir şekilde tanımlayarak alınması gereken önlemler konusunda Taraf Devletlere yol göstermektedir. Sözleşme İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak da anılmaktadır. Uluslararası düzlemdeki bu taahhütler de Türkiye’de kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında kadın hareketini destekleyici bir rol oynamıştır.
Türkiye’de kadın erkek eşitliğine ilişkin diğer düzenlemelerin başında Anayasa’nın 10. maddesi gelmektedir. Anayasa’nın 10. maddesi kadın erkek eşitliğini güvence altına almakta ve devleti de bu eşitliği hayata geçirmekle yükümlü tutmaktadır. 2002 yılında Türk Medeni Kanunu’nda önemli değişiklikler yapılarak kadın erkek eşitliği güçlendirilmiştir. Örneğin, eski Medeni Kanun’da “aile reisi kocadır” ibaresi yer alırken, yeni Medeni Kanun’da evlilik birliğinin eşler tarafından beraber yönetileceği belirtilmiştir. Eski Medeni Kanun’a göre evin ve çocukların geçimi kocaya aitken, yeni Medeni Kanun’da “eşler evlilik birliğinin giderlerine güçleri oranında emek veya malvarlıklarıyla katkıda bulunurlar” denmektedir. Yeni Medeni Kanun’la gelen en önemli yeniliklerden birisi asgari evlenme yaşının kadınlar ve erkekler için eşitlenmesi ve 17 yaşın doldurulması olarak belirlenmesidir.
Kadın hakları lehine bir diğer olumlu düzenleme 2003 yılında yürürlüğe giren yeni Türk İş Kanunu’nda ayrımcılığın yasaklanmasıdır. Buna göre, iş ilişkisinde dil, ırk, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplerin yanı sıra cinsiyet de ayırım yapılamayacak zeminlerden birisi olarak tanımlanmıştır. Türk İş Kanunu, aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamayacağını da güvence altına almıştır.
Son yıllarda kadın hakları bakımından önemli bir değişiklik de Türk Ceza Kanunu’nda yapılmıştır. Eski Türk Ceza Kanunu’nda kadınlara karşı ayrımcılık içeren maddeler büyük ölçüde değiştirilmiştir. Örneğin, kadın cinayetlerinde mahkemeler tarafından sıklıkla kullanılan ve sanıkların aldıkları cezalarda indirime yol açan “haksız tahrik” tanımı daraltılarak uygulaması sınırlandırılmıştır. Töre gerekçesine dayanarak kadınların öldürülmesi durumlarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirilmiştir. İşyerinde cinsel taciz tanımlanarak cezalandırılmıştır. 2005’te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu değişiklikleri sırasında kadın örgütleri oldukça etkili bir rol oynamıştır.
Türkiye’de son dönemde kadın haklarına yönelik olarak yasal düzlemde gerçekleştirilen olumlu düzenlemelerde kadın hareketinin rolü oldukça etkilidir. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği müzakereleri ve Avrupa Birliği bakımından kadın erkek eşitliğinin önemi de bu reform sürecini etkilemiştir. Ancak kağıt üzerindeki bu düzenlemelerin uygulamaya yansıtılması da büyük önem taşımaktadır.
A. Türkiye’de Kadınların Eğitime Katılımı
Yukarıda da değinildiği gibi eğitim hakkı daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde kadın hareketinin öncelikli talepleri arasında yer almıştır. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte kadınlara erkeklerle eşit eğitim olanakları tanınmıştır. Kadınların okur - yazarlığı ve okullaşma oranı da sürekli bir artış göstermiştir. Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması, kız çocuklarının eğitimini teşvik etmek amacıyla “Baba Beni Okula Gönder”, “Haydi Kızlar Okula” gibi kampanyaların düzenlenmesi özellikle erken yaşta evlilikler nedeniyle ya da geleneklere dayalı olarak kız çocuklarının okutulmadığı bölgelerde okullaşma oranının artmasında etkili olmuştur. Yetişkin okur - yazarlığının geliştirilmesine yönelik olarak da çeşitli okuma yazma kursları düzenlenmiştir.
Türkiye’de okuma yazma bilmeyenlerin oranı nüfusun %6’sını oluşturmaktadır. Okuma yazma bilmeyenlerin önemli bir bölümü kadınlardan oluşmaktadır. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) 2011 yılı sonuçlarına göre 3.171.270 kişi okuma-yazma bilmemekte olup bunların 2.617.566’sını kadınlar oluşturmaktadır. Yetişkin nüfus içinde okuma yazma bilmeyen kadınların oranı %9,8’dir. Yani yaklaşık olarak her 100 yetişkin kadından 10’u okuma yazma bilmemektedir. Türkiye, imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi gibi uluslararası yükümlülüklerine dayalı olarak kadın okur -yazarlık oranını çeşitli politikalarla ve yasal önlemlerle %100’e çıkarmayı taahhüt etmiştir.
Eğitimde sadece kadın erkek sayısının eşitlenmesinin ötesinde eğitim içeriğinde ve eğitimin yapılanmasında kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik tedbirler alınmalıdır. Örneğin, öğretmenler arasında çok sayıda kadın yer almaktadır, ancak yönetici konumundaki öğretmenlere (müdür, müdür yardımcısı, il-ilçe milli eğitim müdürleri gibi) bakıldığında kadınların sayısının çok az olduğu görülmektedir. Eğitime ilişkin bir diğer sorun ise eğitimin içeriğinde kadınların ve erkeklerin toplumsal rollerinin sürdürülmesini sağlamaya dönük eğitim içeriği ve ders malzemeleridir. Kadınları genellikle ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu, erkekleri ise dışarıda, gelir getirici bir işte çalışıp ev içindeki diğer sorumlulukları üstlenmeyen şekilde resmeden ders kitapları mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sürmesine hizmet etmektedir.
B. Türkiye’de Kadınların Çalışma Yaşamına Katılımı
2011 yılı verilerine göre Türkiye’de kadınların sadece %28,8’i istihdam edilmektedir. Erkeklerin istihdam oranı ise %71,7’dir. Kadınların çalışma hayatına katılım oranı 1990’da %34,1 iken bu oran 2002’de %26,9’a, 2004 yılında %25,4’de düşmüştür. Verilere göre, kadınların eğitim düzeyi arttıkça çalışma yaşamına katılım oranları da artmaktadır.
Türkiye’de kadınların çalışma yaşamına katılım oranı Avrupa Birliği ortalamasının çok altındadır. Erkeklerin çalışma hayatına katılım oranlarıyla kıyaslandığında da aradaki farkın çok büyük olduğu görülmektedir. Çalışma yaşamına girebilen kadınların bir kısmı evlilik veya çocuk nedeniyle çalışma yaşamından erken ayrılmak durumunda kalmaktadırlar. Aile yaşamında çocuk bakımı, yaşlı ve hasta bakımı gibi yükümlülükler kadın ve erkek arasında eşit olarak paylaşılmalı, devlet de vatandaşlarına kreş veya gündüz bakımevi gibi olanaklar yaratmalıdır. Türkiye’de kadınların çalışma yaşamına katılımını teşvik edici önlemlerin alınması gerekmektedir.
C. Türkiye’de Kadınların Siyasete Katılımı
Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1930’lu yıllarda sahip olmuşlardır. Ancak bu hak kadınların siyasete katılımını otomatik olarak beraberinde getirmemiştir. 2011 genel seçimlerinde 550 milletvekilinden oluşan parlamentoya yalnızca 79 kadın milletvekili girebilmiştir. Bu sayı Meclis’in %14,4’üne karşılık gelmektedir. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar sadece %14,4 oranında temsil edilmektedir. Bakanlar Kurulu’nda ise 23 erkek Bakana karşılık sadece 1 kadın Bakan mevcuttur. Yerel yönetimlerde ve diğer karar alma mekanizmalarında da durum farklı değildir.
Kadınların bu mekanizmalarda daha az sayıda yer alması kadınları ilgilendiren sorunlara yeterince duyarlılık olmamasına ve buna paralel olarak da kadınların statüsünü yükseltecek çözümlere ulaşılamamasına yol açmaktadır. Bu sorunun aşılmasına yönelik olarak bütün plan, program ve politikalara ilişkin kararların alınması sürecine toplumsal cinsiyet perspektifinin dahil edilmesi ve kadınların siyasete katılımının önündeki engellerin kaldırılarak siyasette kadın erkek eşitliğinin sağlanması gerekmektedir.
D. Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet
Kadına yönelik şiddet dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorundur. 2008 yılında Türkiye çapında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de eşi ya da eski eşi tarafından fiziksel şiddete uğrayan kadınların oranı %39’dur. Araştırmanın bir başka verisi de eğitim düzeyi yüksek erkeklerin de şiddet uyguladığını ortaya koymaktadır. Lise ve üzeri düzeyde eğitim alan kadınların şiddete uğrama oranı %27’dir.
Kadınlara yönelik şiddetin “en şiddetli” biçimini “namus cinayetleri” ya da “töre cinayetleri” olarak tartışılan kadın cinayetleri oluşturulmaktadır. Yıllardır pek çok kadın namus gerekçesiyle öldürülmekte ya da intihara zorlanmaktadır. Bu konuda sadece yasal yaptırımların arttırılması yeterli değildir, kadın erkek eşitliğinin geliştirilmesi, kadınların güçlendirilmesi ve kadınları şiddetten koruyacak etkili mekanizmaların oluşturulması gerekmektedir.
Sonuç +
Türkiye, Avrupa Birliği uyum sürecine yönelik çalışmaları ulusal programında belirlemiştir. Kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik taahhütler programın siyasi kriterler ile sosyal politika ve çalışma yaşamı başlığında yer almaktadır. Her ne kadar Avrupa Birliği ülkeleri de kadın erkek eşitliğini tam olarak gerçekleştirememiş olsalar da özellikle kadınların eğitimi ve çalışma yaşamına katılımı konularında çok mesafe almışlardır. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı çerçevesinde kadın erkek eşitliğine ilişkin olarak özellikle eğitim, çalışma yaşamı, siyasete katılım ve şiddetin önlenmesi konularında uygulamada eşitliği sağlamaya dönük politikaları hayata geçirmesi gerekmektedir. Bütün bu politikaların hayata geçirilebilmesi için de mutlaka bütçeden yeterli kaynak ayırılması zorunludur.
Kaynakça +
Burri, Susanne ve Sacha Prechal. EU Gender Equality Law. Office for Official Publications of the European Communities, 2008.
Berktay, Fatmagül (der.). Türkiye’de ve Avrupa Birliği’nde Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar. KA-DER Yayınları, 2004.
Berktay Hacımirzaoğlu, Ayşe (ed.). 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler. Tarih Vakfı Yayınları, 1998.
European Commission. Report on Progress on Equality between Women and Men in 2010: the Gender Balance in Business Leadership. Publications Office of the Europan Union, 2011.
European Commission. Special Barometer: Gender Equality in the EU in 2009. Publications Office of the Europan Union, 2010.
European Commission. Strategy for Equality between Women and Men: 2010-2015. Publications Office of the Europan Union, 2011.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. Türkiye’de Kadının Durumu: Nisan 2012.
İlgili Web Siteleri +
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/2012/trde_kadinin_durumu_2012_nisan.pdf.
http://www.europarl.europa.eu/committees/en/femm/home.html
1 Toplumsal cinsiyet biyolojik cinsiyetten farklıdır. Biyolojik cinsiyet, kadın ya da erkek olarak dünyaya gelmemizle ilintilidir. Oysa toplumsal cinsiyet, toplum tarafından kadınlara ve erkeklere yüklenen rollere işaret etmektedir. Toplum tarafından kadınlara ve erkeklere yüklenen rollere verilen değer erkeklerin kadınlara göre daha üstün bir konumda yer almasına ve kadınlara karşı ayrımcılığa yol açmıştır. Bu nedenle kadınlarla erkekler arasında tarihsel bir eşitsizlik ortaya çıkmıştır. Kadın erkek eşitliğinin/toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması bu tarihsel eşitsizliğin ortadan kaldırılmasını; haklar, sorumluluklar, sunulan fırsatlar ve elde edilen sonuçlar bakımından kadınlarla erkeklerin eşit olmasını amaçlamaktadır.
2 Bütün plan ve politikalara toplumsal cinsiyet bakış açısının dahil edilmesi herhangi bir konuda siyasi bir karar alınırken toplumsal cinsiyet açısından bakılmasıdır. Böylelikle alınan bu kararlardan kadınların ve erkeklerin nasıl etkileneceği hesaba katılmaktadır. Bütün plan ve politikalara toplumsal cinsiyet bakış açısının dahil edilmesi kadın erkek eşitliğinin sağlanması sürecinde kullanılan etkili bir stratejidir.
3 Mahkeme kararları aracılığıyla geliştirilen hukuk.
4 Madde 119, Roma Antlaşması, 1957.
5 Madde 141, Amsterdam Antlaşması, 1997.
6 www.eige.europa.eu. İlk olarak Brüksel’de kurulan Enstitü Litvanya’nın başkenti Vilnius’a taşınmıştır.
7 Report on Progress on Equality between Women and Men in 2010: the Gender Balance in Businees Leadership, Publications Office of the Europan Union, 2011, s. 58.
8 Osmanlı dönemindeki kadın hareketi birinci dalga feminist hareket olarak adlandırılmaktadır.