1.7 Avrupa Birliği Hukuku
Lami Bertan Tokuzlu
Anahtar Sözcükler Düzenleme, Tüzük, Yönerge, Karar, Yetki İkamesi, Doğrudan Uygulanabilirlik, Doğrudan Etki
I. Avrupa Birliği Hukukunun Kaynakları +
A. Hiyerarşik Sınıflandırma
1. Birincil Kaynaklar
Avrupa Birliği’ni Kuran Antlaşma ve Avrupa Birliği’nin İşleyişine İlişkin Antlaşma olmak üzere iki temel kurucu antlaşma Birliğin birincil kaynakları olarak anılırlar. Söz konusu Antlaşmalar Üye Devletler ile Birlik arasında yetkilerin paylaştırılması ve Birlik kurumlarının yetkileri gibi temel konuları düzenlemektedir. Bunların fonksiyonu, esas olarak, Birliğin politikalarını yürütecek kurumların yasal çerçevesini belirlemektir.
Birincil kaynaklar ayrıca Avrupa Birliği Antlaşmalarını değiştiren antlaşmaları, kurucu antlaşmalara eklenen protokolleri ve Birliğe yeni üye devletlerin katılmasına ilişkin antlaşmaları da içerir.
2. İkincil Kaynaklar
Avrupa Birliği Kurumları’nın kendilerine tanınmış yetkileri kullanırken gerçekleştirdikleri işlemler Avrupa Birliği hukukunda ikincil kaynaklar olarak anılırlar. Bunlar Avrupa Birliği’nin İşleyişine İlişkin Antlaşma’nın 288’inci maddesinde düzenlenmişlerdir. Söz konusu madde Avrupa Birliği hukukunun kaynaklarının bir listesini sunduğu gibi, bunların bağlayıcı olup olmadıkları, işlevleri ve uygulama kabiliyetleri hakkında da açıklamalara yer vermektedir. Madde Birliğin işlemlerini tüzükler, yönergeler, kararlar, tavsiye kararları ve görüşler olarak sıralamaktadır. İlk bakışta basit ve derli toplu gibi görünen bu mekanizma uygulamada oldukça karmaşık bazı sorunları da beraberinde getirmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki bu maddede sayılan kaynaklar sınırlı sayıda değildir. Avrupa Birliği’nde bir Anayasa Mahkemesi işlevi göre Avrupa Birliği Adalet Divanı verdiği kararlar ile Antlaşma’da açıkça anılan kaynakların dışında da, bağlayıcı nitelikte, hukuk kaynaklarının bulunabileceği yönünde bir uygulama yerleştirmiştir.
Bu çerçevede, dikkate değer diğer bir konu da Divan’ın kendisini işlemi yapan organların nitelendirmesiyle bağlı saymamasıdır. Örneğin, Avrupa Birliği’nin yasama organları bir işlemi tüzük olarak nitelendirmiş ve adlandırmış olmasına rağmen belgenin içeriği yönerge özellikleri gösteriyor ise, Divan bu işlemi bir yönerge gibi değerlendirebilmektedir.
a. Tüzükler
Tüzük Antlaşma’da genel uygulamaya sahip ve tümüyle bağlayıcı ve tüm Üye Devletlerde doğrudan uygulanabilir bir işlem olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede, tüzükler yürürlüğe girdikleri anda tüm Üye Devletlerde uygulama kabiliyetine sahip olurlar. Diğer bir deyişle, tüzüklerin uygulanabilmesi için Üye Devletlerin metni iç hukuklarına aktarmak için ayrıca bir işlem yapmaları gerekmez. Yürürlüğe girdikleri andan itibaren tüm iç hukuk düzenlemelerinin üstünde yer alır ve tüm iç hukuk işlemlerine hakim olurlar. Tüzük hem bağlayıcı olması, hem de doğrudan uygulama kabiliyetine sahip olması sebebiyle oldukça güçlü bir işlem türüdür. Tüzük metni tümüyle bağlayıcı olduğundan, bunlar Üye Devletlerin belirli bir konudaki hukukunun yakınlaştırılması değil, tam anlamıyla uyumlaştırılması hedeflenen konularda kullanılırlar.
b. Yönergeler
Yönerge Antlaşma’da yöneltildiği her Üye Devlet üzerinde, ulaşılması gereken sonuç bakımından bağlayıcı olan, ancak ulusal yetklilere bu sonuca ulaşmak üzere seçilecek yöntem ve şekil açısından takdir yetkisi bırakan bir işlem şeklinde tanımlanmıştır. Bu çerçevede, yönergeler ulaşılması gereken birtakım hedefler belirleyerek, yöneltildikleri bir veya daha fazla veya tüm Üye Devletler’de bunların gerçekleştirilmesine hizmet ederler. Her yönerge yöneltildiği Devlet veya Devletlere belirli bir süre tanıyarak, sürenin sonuna kadar öngörülen amaçları karşılayacak bir iç hukuk düzenlemesi yapma yükümlülüğü yükler. Üye Devletler amacın nasıl karşılanacağı ve nasıl bir yöntem izleneceği konusunda takdir yetkisine sahiptirler. Yönergeler Üye Devletler’in farklılık arzeden koşullarını dikkate alarak hukuklarını birbirine yakınlaştırmak amacıyla kullanılırlar.
c. Kararlar
Karar Antlaşma’da tümüyle bağlayıcı olan bir işlem olarak tanımlanmıştır. Eğer bir karar belirli Üye Devlet veya Devletlere yöneltilmiş ise sadece onları bağlar. Karar, tümüyle bağlayıcı olması bakımından ilk bakışta tüzüğe benzer görünse de, tüzükten farklı olarak, genel kurallar koymak için değil, belirli sübjektif bir durum ile ilgili kullanılırlar.
d. Tavsiye Kararları
Tavsiye kararları herhangi bir hukuki güce sahip olmamakla birlikte müzakere edilerek ilgili usule göre oylanan işlemlerdir. Tavsiye kararları, tüzükler, yönergeler ve kararlardan farklı olarak, Üye Devletleri bağlayıcı bir etkile sahip değillerdir. Buna karşılık bunlar siyasi açıdan ağırlığı olan işlemlerdir. Tavsiye kararları Üye Devletlerin yasa hazırlamaları için dolaylı bir araç olarak işlev görür ve bu anlamda yönergelerden bağlayıcı yükümlükler içermemesi noktasında ayrılırlar.
e. Görüşler
Görüşler Birlik kurumlarının Avrupa Birliği veya Üye Devletler’deki bir durum veya gelişme hakkında değerlendirme yaptığı işlemlerdir. Bazen daha sonra hazırlanacak bağlayıcı Birlik işlemleri için hazırlık niteliğinde, bazen de Adalet Divanı önünde işletilecek bir sürecin ön koşulu olma işlevine sahip olurlar. Görüşlerin gerçek önemi siyasi ve manevidir.
3. Destekleyici Kaynaklar
Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları yanında devletler hukuku ve hukukun genel ilkeleri de Avrupa Birliği’nin destekleyici kaynaklarını oluştururlar. Destekleyici kaynaklar Divan’a birincil kaynaklar ile ikincil kaynaklar arasında bağlantı kurma imkanı sağlarlar.
a. Avrupa Birliği Adalet Divanı Kararları
Kıta Avrupası hukuk sisteminin hakim olduğu pek çok Üye Devlet’in ulusal mevzuatının aksine, Avrupa Birliği hukukunda mahkeme kararları önemli bir hukuk kaynağı olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği Adalet Divanı Birlik hukukunun uygulanması ile ilgili, temel hak ve özgürlüklere saygı gibi, pek çok konudaki boşluğu içtihat hukuku ile doldurmuştur.
b. Devletler Hukuku
Devletler Hukuku Adalet Divanı’nın içtihat hukukunu geliştirirken en önemli ilham kaynağı olarak işlev görür. Bu anlamda Devletler Hukuku ile içtihat hukuku ve hatta aşağıda açıklanan hukukun genel ilkeleri arasında önemli bir çakışma da söz konusudur. Divan kararlarında Devletler Hukuku’nun kaynakları arasında olan, milletlerarası antlaşmalar gibi yazılı hukuka ve uygulamalarla şekillenen örf ve adetlere sıklıkla atıfta bulunulmaktadır.
Divan Devletler Hukuku’nu kendi kararlarını şekillendirirken bir ilham kaynağı olarak kullanmasının ötesinde, Birliğin kendisinin de Devletler Hukuku kurallarına uygun davranma yükümlülüğü altında olduğu görüşündedir. Örneğin, bu yaklaşıma göre, Birliğin üye olmayan bir devlete zarar vermesi halinde Devletler Hukuku kendisinin sorumluluğuna yol açabilir. Buna karşılık, Divan Devletler Hukuku’nun Birlik hukukunun yapısı ile uyuşmayan bazı kurallarını uygulamamaktadır. Örneğin, bir devlete başka bir devletin kendisine karşı bir yükümlülüğünü ihlal etmesi sonrasında, o devlete karşı kendi yükümlülüklerini yerine getirmeme hakkını veren “karşılıklılık ilkesi” Birlik Hukuku’nun yapısına uygun bulunmamıştır.
c. Hukukun Genel İlkeleri
Hukukun genel ilkeleri Divan tarafından geliştirilen yazılı olmayan hukuk kaynaklarıdır. Antlaşmaların düzenlemediği, Avrupa Birliğinin sözleşmeye dayanmayan sorumluluğu gibi, alanlarda Divan’ın kararlarına konu olmaktadırlar. Divan kullanacağı hukukun genel ilkelerini ve bunların kapsamını belirlerken Üye Devletlerin tamamının ulusal hukuklarında ortak olarak kabul edilmiş ve Birliğin hedeflerine uygun standartları dikkate alır. Örneğin, bireyleri öngörülemeyen yasa değişikliklerine karşı koruyan “hukuki belirlilik ilkesi” bunlardan birisidir.
Divan’ın dayandığı hukukun genel ilkeleri arasında temel hak ve hürriyetler ile ilgili olanlar özel bir öneme sahiptir. Avrupa Birliği’ne son anayasal yapısını veren Lizbon Antlaşması Aralık 2009’da yürürlüğe girmeden önce, Birliğin temel hak ve hürriyetler ile ilgili tüm uygulaması, Üye Devletler’in ortak anayasal geleneklerinin ifadesi olan genel hukuk ilkeleri çeçevesinde şekillenmişti. Divan o dönemde bağlayıcı nitelik taşımayan AB Temel Haklar Şartı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi belgeleri belirtilen ortak anayasal geleneklerin bir ifadesi olarak görmekte ve uygulamaktaydı. Ancak, Lizbon Antlaşmasi ile Avrupa Birliği Temel Hakları Şartı Kurucu Antlaşma’ya eklenerek bağlayıcı bir birincil hukuk kaynağı haline geldi. Avrupa Birliği Antlaşmasının 6. Maddesi halen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Üye Devletlerin ortak anayasal geleneklerini temel haklar alanında hukukun genel ilkelerinin bir ifadesi olan hukuk kaynağı olarak korumaktadır. Bu nedenle, gerekli olan durumlarda, Divan bunları Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nı destekleyici genel hukuk ilkeleri olarak kullanabilmektedir. Nihayet, aynı madde, önceki hukuki rejimden farklı olarak, Avrupa Birliği’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olması imkanını da vermektedir. 7 Temmuz 2010’da başlayan bu yöndeki bir süreç halen devam etmektedir. Birlik Sözleşme’ye taraf olduğu takdirde, artık bu Sözleşme Birlik hukukunda sadece bir hukukun genel ilkesi olarak kalmayacak, bağlayıcı bir hukuk metnine dönüşecektir.
B. Yapılış Şekline Göre Sınıflandırma
Lizbon Antlaşması yapılış şekline göre işlemleri yasama işlemleri, yasama organının verdiği yetki ile yapılan işlemler ve uygulama işlemleri olarak sınıflandırmıştır.
1. Yasama İşlemleri
Avrupa Birliği’nin İşleyişine İlişkin Antlaşmanın 289. Maddesi yasama işlemlerini yasama usulleriyle yapılan işlemler olarak tanımlamaktadır. Aynı madde iki çeşit yasama usulüne yer vermektedir. Bunlar olağan ve özel yasama usulleridir. Olağan yasama usulü Komisyon’dan gelen teklif üzerine Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Konseyi’nin ortak kabulü ile gerçekleşen usuldür. Özel yasama usulü ise Antlaşmalar’da belirtilen özel bazı durumlarda bir tüzük, yönerge yada kararın Konsey’in katılımıyla Avrupa Parlamentosu tarafından veya Parlamento’nun katılımıyla Konsey tarafından kabul edilmesidir. Bu yasama usulleriyle yapılmayan hukuki işlemler adı tüzük, yönerge veya karar olsa da yasama işlemi sayımazlar.
2. Yasama Organının Verdiği Yetki ile Yapılan İşlemler
Yasama organının verdiği yetki ile yapılan işlemler yasama işlemi olmamakla birlikte, geniş kapsamlı ve yasama işlemlerinin önemli olmayan kısımlarını tamamlayan veya değiştiren işlemlerdir. Bu yetki Avrupa Birliği’nin yürütme organı niteliğindeki Komisyon’a, yasama organı olan Parlamento ve Konsey tarafından verilebilir. Yetki verilirken yapılacak işlemin amacı, kapsamı, konusu ve yetkinin süresi ve, varsa, uygulanacak acil usuller, yetkiyi veren yasama işleminde belirtilir. Ayrıca, aynı yasada yetki devrinin koşulları da açıklanır. Bunlar örneğin, yetkiyi geri alma veya yapılan düzenlemeye itiraz etme yetkisi gibi koşullar olabilir. Yetki devri koşullarına ilişkin konular Komisyon, Parlamento ve Konsey arasında kabul edilen bir mutabakat ile düzene kavuşturulmuştur.
3. Uygulama İşlemleri
Yasama işlemlerinin uygulanmasında yeknesaklık sağlamaya yönelik uygulama işlemleri genellikle, yürütme organı sıfatıyla, Avrupa Birliği Komsiyonu tarafından yapılır. Avrupa Birliği Konseyi’nin de ortak dişişleri ve güvenlik politikası gibi istisnai birkaç konuda uygulama işlemleri yapma yetkisi bulunmaktadır. Komisyon’un uygulama yetkisini nasıl kullanacağı 1 mart 2011 tarihinde yürürülüğe giren bir tüzük ile ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Bir yasama işlemi olağan yasama usulü ile yapılmış ise, Parlamento veya Konsey, Komsiyon’a hazırladığı uygulama işlemi taslağının yasama işleminde öngörülen yetkileri aştığını yönünde itirazda bulunabilir. Bu durumda Komisyon söz konusu uygulama işlemi taslağını değiştirmek zorundadır.
II. Avrupa Birliği hukukunun uygulama ilkeleri +
A. Avrupa Birliği Hukukunun Üstünlüğü
Avrupa Birliği hukukunun üstünlüğü Üye Devletlerin ulusal hukuklarınının Birlik hukuku ile çatışması halinde, mahkemelerin ulusal hukuk düzenlemelerini bir kenara iterek, Birlik hukukunu uygulamalarını öngören bir ilkedir. Söz konusu doktrin Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın çok sayıda kararı ile yerleşmiş ve kabul görmüştür.Bu konudaki pilot davalardan olan Costa/Enel davasında Divan, Antlaşma’dan doğan hukukun bağımsız bir hukuk kaynağı olduğuna ve özel ve özgün yapısı gereği, ulusal yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılamayacağına ve Kurucu Antlaşmalar ile Üye Devletler’in topluluk hukuku çerçevesinde sahip oldukları hak ve yükümlülüklerin, kendi ulusal hukuklardan birtakım egemenlik yetkilerinin daimi şekilde devredilmesi sonucunu doğurduğuna karar vermiştir.
Bu karar sonrasında verilen pek çok karar ile, Üye Devletlerin Birlik hukuku ile çatışan düzenlemeleri uygulamama yükümlülüğü, ulusal hukukta yer alan düzenlemelerin Birlik hukukuna uygun şekilde yorumlanması yükümlülüğü, gibi ilkeler Divan kararlarında yerleşmiştir. Buna karşılık Üye Devletlerin bakışından Avrupa Birliği hukukunun üstünlüğü ilkesi birtakım farklı yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. Nitekim, bu konuda en ileri düzenleme niteliğindeki Lizbon Antlaşması’nda dahi, Antlaşma’nın ana metninde, üstünlük konusu açık ve net olarak düzenlenmiş değildir. Divan’ın kararlarındaki önemli konumuna rağmen, konu sadece Antlaşma’ya ekli 17 No’lu Beyanname’de belirsiz birtakım ifadelerle belirtilmiştir. Buna göre Konferans ‘Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın yerleşik içtihadı doğrultusunda, Antlaşmalar ve Birlik tarafından oluşturulan hukukun Üye Devletlerin hukuku karşısındaki üstünlüğünü’ dikkate almaktadır. Bu çekimserliğin sebebi Üye Devletlerin iç hukuku ile Avrupa Birliği hukuku arasındaki ilişkinin, ilgili devletlerin anayasal geleneklerine göre, birtakım farklılıklar taşımasıdır.
Örneğin, Almanya gibi bazı Üye Devletlerin Anayasa Mahekmeleri, kendi temel anayasal ilkelerine uygun olmak kaydıyla, Birlik hukukunun ulusal hukuk karşısında üstünlüğünü kabul eden kararlar vermişlerdir. Bu durumda koşullu bir kabulleniş söz konusudur. Buna karşılık, İrlanda gibi bazı devletlerde ise anayasada doğrudan doğruya Avrupa Birliği Hukuku’na ulusal hukuk karşısında üstünlük tanıyan hükümlere yer verilmektedir.
B. Avrupa Birliği Hukukunun Doğrudan Etkisi
Avrupa Birliği birkaç milletlerarası antlaşma ile yaratılan uluslarüstü bir yapı olduğuna göre, yaratılan hukukun Üye Devletlerin iç hukuna ne şekilde etki edeceği önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Yaratılan hukukun, Üye Devletler’in içi hukukunda, devletin ilgili düzenlemeyi iç hukuka yansıtmak üzere ayrıca bir işlem yapmasına gerek kalmaksızın, uygulanma kabiliyetine sahip olmasına ‘doğrudan etki’ veya ‘doğrudan etkililik’ adı verilir. Doğrudan etkili bir düzenleme, kendiliğinden, ilgili devletin iç hukukunun bir parçası haline gelir. Buna karşılık, doğrudan etkili olmayan bir düzenleme, Üye Devlet ayrıca iç hukuka aktarıcı bir düzenleme yapılmadıkça, iç hukukta uygulama yükümlülüğü doğurmaz.
Devletler Devletler hukukuna göre bir Milletlerarası Sözleşme’ye taraf olduklarında genellikle belirli bir sonucu tahhüt ederler. Ancak o sonuca ulaşacak iç hukuk düzenlemesine karar verme hakkını saklı tutarlar. Eğer sözleşme’deki taahhüt iç hukuku değiştirmeyi zorunlu kılıyorsa, söz konusu değişikliğin kendiliğinden mi olacağı, yoksa devletin bunun için ayrı bir düzenleme mi yapacağı konusu, o devletin kendi içi hukuk kurallarına göre belirlenir. Bazı devletler sözleşmelerin doğrudan doğruya iç hukukta etki doğurmasını kabul ederken, bazıları da bunu kabul etmez, iç hukukta uygulamayı ayrı bir yasa çıkarılması koşuluna bağlarlar.
Diğer yandan Avrupa Birliği hukukunda, Devletler pek çok konuda sadece belirli bir sonucu taahhüt etmekle kalmayıp, aynı zamanda o sonucu sağlayacak yöntemler konusunda da taahhütte bulumaktadırlar. Sonuncu kategoriye giren tahhütler söz konusu olduğunda Avrupa Birliği hukuku Üye Devletlerin iç hukukunda da hiçbir işleme gerek olmaksızın, iç hukuk düzenlemeleri karşısında öncelikli olarak, ileri sürülebilmektedir. Bu durumda, tüm ulusal yasama, yürütme ve yargı makamları ilgili Avrupa Birliği düzenlemesine doğrudan etki tanımak yükümlülüğü altındadırlar. Bu çerçevede, önemli bir soru doğrudan etkiye sahip Avrupa Birliği kurallarının nasıl belirleneceğidir. Bu konudaki uygulama, Adalet Divanı kararlarıyla şekillenmiştir. Divan’a göre, ilgili düzenleme - açık ve belirli bir yükümlülük içeriyor, - herhangi bir koşula bağlanmamış ve - uygulanabilmesi için ayrı bir işleme ihtiyaç göstermiyor ise doğrudan etkilidir.
Eğer Avrupa Birliği yasama işlemi sadece genel bir hedef veya takip edilmesi gereken bir politika ortaya koyuyor, fakat bu amaca ulaşmak için araçları açıklamıyor ise açıklık ve belirlik koşulunu yerine getiriş sayılmaz. Doğrudan etkililik değerlendirmesinde, metnin ne kadar net olması gerektiği olayın koşullarına göre değerlendirilir. Örneğin, ceza hukukunda doğrudan etkililik için daha kesin ve detaylı düzenlemeler gereklidir. Bir Avrupa Birliği tüzüğünde Üye Devletlerin, Birlik hukukunu ihlal edenlere karşı cezalar öngören tedbirler almaları öngörülse, Adalet Divanı’nın burada doğruda etkiye sahip bir düzenleme getirildiği sonucuna varması pek olası değildir.
Koşula bağlanmamış olma şartı hakkın bir Avupa Birliği Kurumu gibi bağımsız bir otoritenin veya Üye Devletin kontrolünde olan başka bir faktöre bağlı olmamasıdır. Özellikle de hakkın gerçekleşmesinin bu otoritenin takdirine veya kararına bağlı olmaması önemlidir. Örneğin, “Her Üye Devlet, uygun olduğunu düşündüğü ölçüde…” şeklinde başlayan bir maddenin doğrudan etkililik koşulunu gerçekleştirmesi mümkün değildir.
Uygulanabilmek için ayrı bir işleme ihtiyaç duymama koşulu ise Birlik düzenlemesinin içerdiği hakların Avrupa Birliği kurumları veya Üye Devletler tarafından gerçekleştrilecek bir işlemden sonra geçerlilik kazanacağının belirtildiği durumlarda gündeme gelir. Eğer düzenlemede bu tür bir kayıt bulunuyor ise, o düzenleme belirtilen şart gerçekleşmeden doğrudan etkili olamaz.
Doğrudan etkililik değerlendirmesi her bağlayıcı Avrupa Birliği hukuku kaynağı için ayrıca yapılır. Kurucu Antlaşmalar’da antlaşma hükümlerinin doğrudan etkiye sahip olup olmadığı konusunda hiçbir açık ifade bulunmamaktadır. Buna karşılık, Adalet Divanı’nın kararlarında kurucu antlaşmalara da doğrudan etki tanınmaktadır. Tüzükler, doğrudan uygulanmak üzere yapıldıklarından, genellikle aynı zamanda doğrudan etkilidirler. Nitekim, hemen her zaman açık, koşulsuz ve ayrı işlem gerektirmeyen hükümlere yer verirler. Ancak, Divan bir kararında, uygulanması için Komisyon’un bir kararına ihtiyaç gösteren tüzüğün dahi doğrudan etkili olmadığı sonucuna varmıştır.
Doğrudan etkililik değerlendirmesi en çok yönergeler söz konusu olduğunda tartışılmıştır. Nitekim, yönergeler yukarıda açıklandığı üzere, sadece ulaşılması gereken sonuç bakımından bağlayıcı olan ve ulusal yetklilere bu sonuca ulaşmak üzere seçilecek yöntem ve şekil açısından takdir yetkisi bırakan bir işlem türüdür. Ayrıca, yönergeler Üye Devletler’e gerekli iç hukuk düzenlemesini gerçekleştirmek üzere bir süre tanırlar. Verilen süre dolmadan “ayrı bir işleme ihtiyaç duymama” şartı gerçekleşmeyeceğinden, yönergenin doğrudan etkili olması mümkün değildir. Ancak Divan, kararlarında Üye Devletlere Yönerge’yi iç hukuka aktarmak için verilen süre dolmasına rağmen, gerekli aktarma işlemi yapılmamış ise ve yönerge açık ve belirli ve koşula bağlanmamış yükümlülükler içeriyor ise, bunların doğrudan etkiye sahip olacağı ve yerel mahkemeler önünde de ileri sürülebileceği sonucuna varmıştır. Ancak bu durumda da ‘dikey doğrudan etki’, ‘yatay doğrudan etki’ tartışması ortaya çıkmaktadır. Divan’ın kararlarında, doğrudan etkililiğin diğer koşullarının gerçekleştiği durumlarda, söz konusu Yönerge hükümlerinin, iç hukuka aktarma görevini ihmal eden Üye Devlete karşı ileriye sürülebileceği (dikey doğrudan etki) kabul edilmekte, buna karşılık, tartışmalı olmakla birlikte, bu yönerge hükümlerini Üye Devlet dışındaki kişilerin birbirlerine karşı ileriye süremeyecekleri (yatay doğrudan etki) sonucuna varılmaktadır.
C. Üye Devletler ile Avrupa Birliği Arasında Yetki Alanlarının Paylaşılması
Üye Devler ile Birlik arasındaki yetki alanlarının nasıl paylaşılacağı özellikle Avrupa Birliği’nin İşleyişine ilişkin Antlaşma’nın 3, 4 , 5 ve 6. Maddelerinde düzenlenmiştir. Burada, Federal yapılı devletlerdeki paylaşım ilkelerine benzer bir yapı oluşturulmuş ve üç ana yetki türü belirtilmiştir.
1. Münhasır yetkiler
Avrupa Birliği’ne mühasır yetki verilen alanlarda sadece Birliğin kendisi bağlayıcı işlemler yapabilir. Antlaşma’da sayılan bu alanlarda Üye Devletlerin rolü, Birlik kendilerini belirli işlemler yapmak konusunda yetkilendirmedikçe, sadece Birliğin kabul ettiği düzenlemeleri uygulamaktan ibarettir.
2. Paylaşılan Yetkiler
Paylaşılan yetkilerin bulunduğu alanda hem Birlik hem de Üye Devletler bağlayıcı işlemler yapabilirler. Ancak, bu alanda da Üye Devletler, sadece Birlik yetkilerini kullanmadıkça veya kullanmamaya karar vermişse işlem yapabilirler.
3. Destekleme yetkisi
Bu alanlarda Birlik sadece Üye Devletler’in işlemlerini desteklemek, koordine etmek veya bunları tamamlamak için işlemler yapabilir. Bu nedenle, destekleme yetkisinin kullanıldığı alanlarda Birliğin yasama yetkisi yoktur ve Üye Devletler için ayrılmış bu yetkilerin kullanılmasına müdahale edemez.
4. Yetkilerin Kullanılmasına İlişkin İlkeler
Avrupa Birliği ile Üye Devletler arasında yetki paylaşımına ilişkin üç ilke Avrupa Birliği Antlaşması’nın 5. Maddesinde düzenlenmiştir.
a. Verilmiş Yetkiler İlkesi
Verilmiş yetkiler ilkesi Avrupa Birliği’nin sadece Kurucu Antlaşmalar’da kendisine verilen yetkilere sahip olduğu ve bu yetkileri burada belirtilen amaçlara ulaşmak için kullanabileceği anlamına gelir. Bunun dışındaki konularda tüm yetkiler Üye Devletler’e aittir. Bu nedenle, Avrupa Birliği kurumları, tüm işlemlerinde, kendilerine ilgili işlemi yapma yetkisini veren düzenlemeyi belirtmek zordundadırlar.
b. Orantılılık İlkesi
Orantılılık ilkesi verilen yetkilerin sadece Kurucu Antlaşmalar’da belirtilen hedeflere ulaşmak için ve gerekli olduğu oranda kullanılacağı, Üye Devletlerin yetki alanına bunun ötesinde müdahaleler yapılamayacağını belirtir.
c. İkincillik İlkesi
Avrupa Birliği, paylaşılan yetkinin uygulandığı alanlarda, yalnızca teklif edilen işlemin amaçları Üye Devletler tarafından yeterince gerçekleştirlemediği ve dolayısıyla teklif edilen işlem boyut ve etkileri bakımından Birlik tarafından daha iyi gerçekleştirilebileceği takdirde ve oranda tasarrufta bulunabilir.
Burada anılan üç ilkeye ilişkin genel esaslar Avrupa Birliği Antlaşmasının 5. Maddesinde düzenlenmiş olmakla birlikte, Üye Devletler’in bu konudaki hassasiyetleri sebebiyle, Lizbon Antlaması’na eklenen 2. Numaralı Protokol’de de bu ilkelerin hayata geçirilmesini sağlayacak yeni usuller düzenlenmiştir. Buna göre, Komsiyon herhangi bir yasa teklifinde bulunmadan once geniş bir danışma süreci yürütmelidir. Ayrıca, her yasama işlemi içerisinde işlemin orantılılık ve ikincillik ilkesini karşıladığını gösteren bir bölüme yer verilmek zorundadır. Komisyon düzenlediği yasa tasarılarının metinlerini Avrupa Birliği yasama organına iletirken, aynı zamanda, Üye Devletlerin ulusal yasama organlarına da iletmek zorundadır. Bu durumda, ilgili ulusal yasama organları, altı ay içerisinde, orantılılık veya ikincillik ilkesi temelinde teklife itirazda bulunabilirler.
Kaynakça +
Bertil Emrah Oder, (2004). Avrupa Birliği’nde Anayasa ve Anayasacılık, İstanbul, Anahtar Kitaplar Yayınevi.
Lami Bertan Tokuzlu, İdil Işıl Gül; (ed. & çev.) (2003). Avrupa Birliği Hukuku, İstanbul, Türkiye, İsveç Başkonsolosluğu yayını.
Hakan Taşdemir, (2009) . Avrupa Birliği Hukuku Ders Notları, Gazi Kitabevi, Ankara.
İlgili Web Siteleri +
Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46106&l=1
Avrupa Birliği Haber ve Politika Portalı
İktisadi Kalkınma Vakfi
http://www.ikv.org.tr/icerik.asp?konu=abgenislemesi&baslik=AB%20Geni%FElemesi