1.1 Avrupa Fikri: Barış ve Bütünleşme Projesi
Ayhan Kaya, Senem Aydın Düzgit, Yaprak Gürsoy,
Özge Onursal Beşgül
Anahtar Sözcükler Helsinki Zirvesi, Avrupa Alanı, Köprü Metaforu, Müzakere Süreci, Göç, Entegrasyon Süreci
Giriş +
I.Barış Projesi +
Korsika’yı, Bask Bölgesini, Katalan Bölgesini, Belçika’yı, İskoçya’yı tâbi bulundukları ulus-devletlerin içinde tutan birleştirici unsur, AB projesi ve bu projenin sunduğu imkânlardır hiç şüphesiz. Bu açıdan bakıldığında, 1999 Helsinki Zirvesiyle belirginlik kazanan AB perspektifi, Türkiye’ye kendi sorunlarını ulusal bütünlüğü bozmadan kalıcı bir şekilde çözebilmek için önemli bir fırsat sunmaktadır.
AB projesinin bir bütünleşme ve barış projesi olduğunu, aynı zamanda bu projenin ne sadece Brüksel merkezli ulus-üstü bir yönetişime ne de sadece ulusal yönetişime müsaade ettiğini, bunun tersine içinde bölgesel yönetişimi de bulunduran çok katmanlı bir yönetişim modelini benimsediğini hatırlatmak isteriz. Bu yönüyle bakıldığında, AB’nin oluşum sürecinde bulunan siyasal, toplumsal ve iktisadi bir bütünü parçalamak niyetinde olmadığını vurgulamakta fayda var.
AB projesi parçalanmaları ve bölünmeleri tasvip etmeyen bir projedir. Türkiye’de AB’nin ulusal yapılanmaları bölen ve parçalayan bir perspektife sahip olduğu yönünde değerlendirmelere sıkça tanık olunmaktadır.
II. Bütünleşme Projesi +
AB, bölen ve parçalayan bir oluşum olmaktansa birlikteliğe vurgu yapan bir oluşumdur.
III. İşbirliği Projesi +
IV. Farklılıklara Saygı Projesi +
Farklılıklara saygının ortak değer haline geldiği Avrupa’da bu nedenle “Köprü” metaforu önemli bir anlam taşır. Ortak para birimi euro banknotlarının üzerindeki köprü motifi, AB’nin bu farklılıkların arasındaki iletişimi ve etkileşimi hedeflediğini göstermektedir.
Kurulan bu köprüler üzerinden AB ile sürekli bir etkileşime girmek, Türkiye’nin zaten var olan dinamizminin daha da yükselmesine katkıda bulunacaktır. Köprüler bizleri değiştirirken aynı zamanda Avrupa Birliği üye ülkelerinin toplumlarını da dönüştürecek ve önyargıların, korkuların ve nefretlerin belli ölçüde önüne geçecektir. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları üzerine kurulan, Avrupa coğrafyasını barışa taşımakla kalmayarak aynı zamanda inşa ettiği barışı uzak coğrafyalara da taşımayı becerebilen Avrupa Birliği’nin tarihine biraz daha ayrıntılı bir şekilde bakıldığında, Türkiye’ye ne tür katkılar sunacağı daha açık bir şekilde görülebilir.
V. Karşılıklı Anlama Projesi +
AB entegrasyon sürecini ve nasıl bir Barış Projesi haline geldiğini anlamak için de Avrupa’nın son 200 yıllık tarihine bakmak yeterli. Savaşlar, yıkımlar, iki dünya savaşı, soykırımlar, katliamlar ve nefretle dolu iki yüzyıl... Geçmişin acılarla yüklü bu deneyimleri, bu barış projesine yön veren önemli unsurlar. Bu gerçeği anlamak, Türkiye kamuoyu ile Avrupa kamuoyları arasında ortaya çıkan bir karşıtlığı da çözümleyebilir. Bilindiği üzere, Avrupa kamuoyları tarafından zaman zaman Ermeni sorunu, Alevi sorunu, Kürt sorunu gibi sorunlar çerçevesinde Türkiye’ye yapılan eleştiriler genellikle Türkiye karşıtlığı, Türkiye nefreti şeklinde algılanmaktadır. Hiç şüphesiz bazı gruplarda bu nefretin tohumları olabilir. Ama, bu eleştirilerin kaynağını farklı bir şekilde okumak da mümkün olsa gerek. AB halklarının yıkımlarla dolu tarihi, kendilerinin yeni yıkımları, krizleri, nefretleri anımsatan olaylar karşısında daha hassas olmalarını ve bu nedenle kendi geçmişleriyle barışan ve geleceği barış üzerine kuran toplumları daha kolay benimsemeleri sonucunu getirmektedir. Dolayısıyla, “kimse bizi sevmiyor”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” şeklindeki ancak kendi içine kapanan toplumların sergilediği karamsar, etnosentrik, milliyetçi ve uzlaşmacı olmayan yaklaşımların bizi geleceğe taşımayacağı çok kesin.
AB ülkelerini tanıdıkça, onlara ve kendi içimizdeki farklılıklara daha empatiyle yaklaşacağımızdan emin olmak gerekiyor. AB ülkelerini kendi içsel ve dışsal dinamikleriyle tanıdığımızda neden Polonya ve Macaristan halklarının Türkiye’nin üyeliğine en fazla desteği veren Avrupa halkları olduğunu, Fransızların veya Avusturyalıların neden ayak dirediklerini anlamak daha kolay olacak ve bu çerçevede yeni tanıtım stratejileri gerçekleştirmek daha anlamlı olacaktır.
VI. Barış Projesinden Korku Siyasetine +
Müzakere sürecinde içeride ve dışarıda Türkiye’yi en fazla ilgilendirecek konuların başında “göç” konusu ve buna ilişkin diğer bazı konular gelmektedir. Bir taraftan AB ülkelerinde yaşayan işçilerin serbest dolaşımı konusu, diğer taraftan, AB vatandaşlarının Türkiye’deki hakları konusu ve Türkiye’yi bir köprü olarak kullanan yasadışı göçmenler konusu, Türk yurttaşlarına vize muafiyeti konusu ve kaçak göçmenlerin geri kabul anlaşmaları konusu müzakere sürecinde sıkça tartışılacak konulardan bazıları olacaktır. Ayrıca daha kapsamlı çalışmaları gerektirecek bir başka önemli konu daha bulunmaktadır.
AB Komisyonu 2004 İlerleme raporunda, Türkiye nüfusunun yaklaşık % 33’unu kapsayan ve geçimini tarımsal alandan sağlayan insan gücünün kademeli olarak % 10’a çekilmesi gerektiği yönünde bir tavsiyede bulunmuştur. Bunun anlamı kaba bir hesapla 15–20 milyon arasında bir nüfusun tarım dışı alanlarda istihdamı ve/veya kentsel alana göç etmelerinin sağlanacak olmasıdır. Tüm bunların yanı sıra, Türkiye gibi pek çok ülkenin yaşadığı beyin göçü ve genç insan göçü sonucunda ortaya çıkan eşitsizliğin giderilebilmesi için Türkiye’nin eğitim, araştırma ve istihdam politikalarını yeniden gözden geçirmesi ve bu çerçevede ülkenin cazibesini artırma çalışmalarına öncelik vermesi de beklenmektedir.
Bilindiği üzere Türkiye’nin Birliğe üyeliğine ilişkin en çok dile getirilen kaygılardan biri, Türkiye’den AB ülkelerine büyük bir göç akımı olasılığıdır. Aynı korku daha önceki genişleme dalgalarında da yaşanmış, ancak İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan, Polonya ve Macaristan gibi ülkelerin entegrasyonuyla ilgili geçmiş deneyimler büyük göç dalgasıyla sonuçlanmamıştır. Bu vakalarda, tersine göçün yaşandığı da görülmüştür. Bunun aynısı, Türkiye için de geçerli olabilir. Sözgelimi, sayıları 4 milyonu aşan Euro-Türklerin % 30’u üyelik durumunda Türkiye’ye dönmek istediklerini belirtmektedirler (Kaya ve Kentel, 2005). Kaldı ki, son yıllarda sayıları hızla artan oranda genç Euro-Türklerin turizm sektöründe ve uluslararası şirketlerde çalışmak için Türkiye’ye göç ettikleri gerçeğini hatırlamakta fayda vardır. Bu gençler en az üç dil bilmekte ve farklı kültürleri bir arada yaşatabilmektedirler. Popüler kültürümüze bakıldığında dahi Tarkan, Candan Erçetin, Cartel, Hamit Altıntop, Nuri Şahin, Mesut Özil, Fatih Akın, Neco Çelik, Ferdan Özpetek gibi pek çok ismin bu tür çokkültürlü kimliklere sahip oldukları görülecektir. Ayrıca, Türkiye’de artan sayıda AB yurttaşının daimi ikâmet izni aldığı da bilinmektedir. Bugün Alanya, Fethiye, Antalya, İstanbul, İzmir gibi yerleşim merkezlerinde binlerce Avrupa Birliği vatandaşının yaşadığı bilinmektedir. Dolayısıyla göçün en azından çift-taraflı olması beklenmelidir.
Son yıllarda kitlesel göç tehlikesinin dillendirildiği ülkelere bakıldığında bu söylemin daha çok iç politika malzemesi olarak kullanıldığı ve gerçeklikle pek ilgisi olmadığı görülebilir. Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicola Sarkozy’den Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e hemen her siyasal yöneticinin iç politika kaygılarıyla göçmen karşıtı, Müslüman karşıtı, Türkiye karşıtı bir söylem kullandıklarını pekâlâ biliyoruz. Ve yine bizler biliyoruz ki, yapısal sorunların yaşandığı, ulus-devletlerin bu sorunlar karşısında çözüm üretemediklerinden içine düştükleri meşruiyet krizi karşısında bir takım yönetsellik aygıtlarını devreye sokmaktadırlar.
Günümüz iktidarları ve devletleri tarafından kullanılan en yaygın yönetsellik aygıtlarından biri korkudur, korku siyasetidir. Göçün, göçmenlerin, yabancıların, Müslümanların, terör, saldırı, şiddet, insan ticareti, uyuşturucu ticareti gibi sıfatlarla birlikte anılması, iktidarlar açısından bakıldığında ideolojik bir nitelik taşımaktadır. Bu yolla, devletler ve siyasal iktidarlar, çoğunluk toplumunu bir arada tutabilmek ve kendi çizgilerinde mobilize edebilmek için işsizlik, eşitsizlik, yoksulluk gibi yapısal sorunlara hiç değinmek zorunda kalmaksızın, göçmenleri, Müslümanları ve yabancıları “içimizdeki düşman” olarak üretebilmekte ve bu yolla iktidarlarını yeniden sağlamayı düşünmektedirler.
Önümüzdeki otuz yıl içerisinde yaklaşık 70 milyon yeni göçmen işgücüne ihtiyaç duyulacağı belirtilen AB ülkelerinde, söz konusu bu göçmen düşmanlığının önemli maddi temelleri yoktur. Bu korku yaratılan bir korkudur. Son yıllarda “Polonyalı musluk ustalarının” saldırısına uğradığı iddia edilen ve göçmen karşıtı söylemin gelişmesinde önemli bir yer tutan Fransa, öte yandan İngiltere, İrlanda ve İsveç dışındaki Batı Avrupa ülkelerinin yeni üye ülkelere ait işçilerinin serbest dolaşımına engeller koyan ve sadece girişimcilere ve kalifiye insan gücüne kapılarını açan şeklinde dile getirilen Batı Avrupa ülkeleri göçmen korkusuyla yaşamaya devam etmektedirler. Ancak, son dönemde European Citizen Action Centre (ECAS, Avrupa Yurttaşı Eylem Merkezi) gibi kurumlarca yapılan başka bazı çalışmalar bu korkuların yersiz olduğunu ve kasıtlı yaratıldığını göstermektedir.
Bilindiği üzere, geçtiğimiz yıllarda Birliğe üye olan on Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinin iş gücünün 15 AB ülkesinde serbest dolaşımına ilişkin farklı uygulamalar başlatılmıştır. Bu 15 ülkeden İngiltere, İrlanda ve İsveç genel olarak işgücü dolaşımını kısıtlamama yönünde politikalar uygularken, diğer ülkeler kademeli olarak 2011 yılına değin serbest dolaşıma izin vereceklerini vadetmişlerdir. Türkiye için de benzeri bir uygulama pekâlâ beklenebilir. Ancak burada bazı önemli noktalara işaret etmek gerekiyor. İşçilerin serbest dolaşımına izin veren İngiltere geçtiğimiz yıl yaklaşık 200 bin çalışma izni belgesi düzenlemiştir. Bu sayının neredeyse dörtte üçünün kalifiye insan gücü olduğu saptanmıştır. Doktorlar, hemşireler, yatırımcılar, IT uzmanları ve benzeri iş kollarında özellikle Polonyalı çalışanların İngiltere ve İrlanda’ya gittikleri saptanmıştır.
Kaynakça +
Kaya, Ayhan, Senem Aydın, Yaprak Gürsoy ve Özge Onursal (2011). Avrupa Birliği’ne Giriş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kaya, Ayhan ve Ferhat Kentel (2005). Euro-Türkler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.