3.2 Avrupa Birliği Yurttaşlığı
Ayhan Kaya
Anahtar Sözcükler Kamusal Alan, Özel Alan, Kültürlerarasılık, Farklılıkların Bütünlüğü (Unity in Diversity), Kültür Nosyonları, Kale Avrupası, Göçmenler
Giriş +
Günümüzde kültürel ve dinsel referanslarla bezenmiş ulusal yurttaşlık kurumundan daha siyasal, seküler ve ulus-ötesi bir takım unsurları içinde barındıran Avrupa Birliği yurttaşlığına geçiş konusunda önemli işaretler belirmektedir. Bu açıdan bakıldığında AB yurttaşları açısından kendi ülke yurttaşlıklarıyla AB yurttaşlığı arasında ne tür bir bağın olduğu konusu daha fazla önem kazanmaktadır. Özellikle 2010 yılı itibariyle yürürlüğe giren ve kendinden önceki Roma ve Maastricht Antlaşmaları’nın yerini alan Lizbon Antlaşması’yla kurumsallaştırılan Avrupa Yurttaşları İnisiyatifi (ECI) ile Avrupa Yurttaşlığının daha belirgin bir kurumsal yapıya kavuşturulduğu görülmektedir.
Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesine rağmen bazı sorular hâlâ güncelliğini korumaktadır. AB yurttaşlığı, tarihsel bağlamda yurttaşlık tartışmalarının neresinde yer almaktadır? AB yurttaşlığı ile ulusal yurttaşlık arasındaki ilişki nedir? AB yurttaşlığı bir yanılsama mıdır? AB yurttaşlığı, kendi ülkeleri dışında diğer üye ülkelerde yaşayan AB yurttaşları için ne tür haklar sağlamaktadır? AB, üye ülkelerde yaşayan milyonlarca göçmen kökenli insanın varlığını yeterince dikkate alıyor mu? 2009 yılı sonunda yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması AB Yurttaşlığı konusunda ne tür yenilikler getirmektedir? Bu bölüm yukarıda sözü edilen sorulara yanıt bulmaya çalışacaktır.
I. Yurttaşlık Kurumunun Tarihsel Gelişimi +
İngilizcede citizen, Fransızcada citoyen, İtalyancada cittadino, Almancada Bürger ve İspanyolcada ciudadano anlamına gelen yurttaş sözcüğü bu dillerde kullanılan kent sözcüğünden türetilmiştir. Modern anlamdaki yurttaş (citoyen, citoyenne) kavramı ilk kez, Fransız Devrimi’ni gerçekleştirenlerce eşitlik olgusunu vurgulamak amacıyla kullanılmıştır. Ancak, modern yurttaşlık kurumunun, 1950’li yıllardan bu yana hızla yükselen ulusal ve uluslararası göç, nüfus hareketleri, etnik hareketler, gençlik hareketleri, kadın hareketleri, çevre hareketleri ve küreselleşmeyle çok-etnili ve çok-kültürlü bir nitelik kazanan heterojen toplumların ihtiyaçlarına tam anlamıyla karşılık veremediği gözlenmektedir. Günümüzde artık, ulusal nitelikli yurttaşlık anlayışından çoğul yurttaşlık anlayışına, diğer bir deyişle kozmopolitan, çok kültürlü (multicultural), ulus-ötesi, ulus-aşırı, ekolojik yurttaşlık, radikal demokratik ve Avrupa yurttaşlığı gibi yeni açılımlara doğru yol alındığına tanık olmaktayız.
Modern yurttaşlık kavramı, bireyin devletle olan ilişkisinde sahip olması gereken hakları ve yerine getirmesi gereken yükümlülükleri ifade eden anayasal bir kavramdır. Bu kurum, ortaya çıktığı ilk günden itibaren, özellikle modern ulus-devletin oluşum süreci içinde, yönetici toplumsal sınıflar (gruplar) tarafından halk yığınları üzerinde hegemonya kurmak amacıyla kullanılan ideolojik bir aygıt olagelmiştir. İdeolojik demek gerekir, çünkü kapitalist devlette iktidarı elinde bulunduran grupların siyasal, sosyal, medeni ve ekonomik kaynaklardan pay alma girişimiyle kamusal alanda görünür olmaya başlayan yeni toplumsal grupların taleplerine karşılık vermek ve bu tür grupların geliştirdikleri hareketleri etkisiz kılabilmek için yurttaşlık kurumunun kendilerine sağladığı bir takım imkânları kullandıkları bilinmektedir. Modern yurttaşlık kurumu, aynı zamanda, milliyetçi ideolojiye destek olma niteliğinde, bireylerin “benzerlik” temelinde aynı ulusal kültüre aidiyetlerini ve/veya “farklılık” temelinde “yabancıların” bu ulusal kültürden dışlanmalarını belirleyen bir kurumdur.
Yurttaşlık, Eski Yunan’dan günümüze değin oluşan siyasal toplumlar kadar geçmişi olan bir kurum olmakla birlikte, tarih içinde büyük dönüşümler geçirmiştir. Sözgelimi Aristoteles, yurttaşlığı şehir-devletleri yöneticilerinin sahip oldukları ayrıcalıklı bir sosyal ve siyasal statü olarak tanımlamıştır. Ancak, günümüzün modern demokratik devletinde ise, evrensel yurttaşlık kavramının ifade ettiği anlam, oy kullanmak suretiyle siyasal karar alma sürecine katılmak ve bir takım medeni, toplumsal, kültürel ve ekonomik haklardan faydalanabilmektir. Tarihte yaşanan toplumsal değişimlerle birlikte, yurttaşlık sadece belirli gruplara verilmiş bir ayrıcalık olmaktan çıkmış, ulusal devletin sınırları içinde ve/veya ötesinde yaşayan bireylerin çoğunluğunu kapsayan bir kurum haline gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, modern yurttaşlık kurumu önemli değişimlerden geçmiştir. Bu dönem toplumsal yurttaşlığın refah devleti içerisinde kurumsallaştırıldığı dönemdir. Toplumsal yurttaşlık aşamasına gelinceye değin, medeni ve siyasal haklarla örülmüş yurttaşlık kurumunun Batı Avrupa’da geçirdiği dönüşüm sürecini T. H. Marshall’a referansla özetlemek mümkün. T. H. Marshall’ın savaş sonrası dönemde, 1949 yılında kaleme aldığı “Citizenship and Social Class” (Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar, Çev. Ayhan Kaya, Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006) adlı ünlü makalesi, yurttaşlık kavramı üzerine çalışan pek çok sosyolog ve siyaset bilimcinin öncelikli olarak başvurduğu kaynak haline gelmiştir (Marshall, 2006/1950). İngiliz İşçi Partisi’nin (Labour Party) sosyal refah devleti vaatleriyle henüz iktidara geçtiği bir dönemde makaleyi kaleme alan Marshall, büyük bir iyimserlik içinde görüşlerini dile getirmiştir. Marshall bu çalışmasında, serbest piyasa ekonomisine sahip toplumlarda yer alan önemli bir çelişkiye değinir. Bu çelişki, evrensel oy hakkıyla gündeme gelen siyasal eşitlik ile sosyal-ekonomik eşitsizliğin aynı anda var olmasıdır. Marshall, modern yurttaşlık kurumunu bu tür çelişkilerin çözümünde kullanılabilecek bir kurum olarak değerlendirmiştir. Ona göre, yurttaşlık, sosyal, siyasal ve ekonomik kaynakların sınıflar arası bölüşümü sürecinde ortaya çıkan gerilimlerin, yönetici siyasal elit tarafından çözümünde kullanılan ideolojik bir kurumdur.
T.H. Marshall’ın İngiltere bağlamında yurttaşlığa ilişkin işaret ettiği noktalar günümüzde hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Ona göre, yurttaşlık kurumu, “eşitsizlik sistemi” olarak kabul gören kapitalizme paralel olarak yükselen bir kurumdur. Diğer bir deyişle yurttaşlık, kapitalizmin yarattığı eşitsizlikleri belli oranda gideren bir kurum olarak ifade edilebilir. Hatta Marshall, daha da ileri giderek, yurttaşlığın öte yandan, kapitalist toplumsal yapı içindeki eşitsizliklerin devamını sağlayan ve meşrulaştıran bir kurum olduğunu da söyler. Her ne kadar Marshall yurttaşlığa ilişkin kuramını İngiliz toplumunun deneyimlerinden yola çıkarak oluşturmuşsa da, onun bu kuramı bize modern yurttaşlık kurumunun arkasındaki itici gücün kapitalizm olduğunu açıkça gösterir. Marshall, modern yurttaşlığın oluşumunu üç temel eksende ele almıştır:medeni haklar, siyasal haklar ve sosyal haklar. Kısaca özetlemek gerekirse, ilk eksen, 17. yüzyılda mutlakiyetçiliğe ve baskıcı rejimlere karşı bir tepki olarak gündeme gelen ve daha sonra hukuk mahkemeleri, habeas corpus (herkesin hukuk önünde eşitliği) ilkesi, adil yargılama, sözleşme hakkı ve mülkiyet hakkı gibi hakları içerecek şekilde yaygınlaşan medeni haklar olarak gündeme gelmiştir. İkinci eksen, 18. ve 19. yüzyıllarda modern demokrasinin oluşmaya başlamasıyla birlikte gündeme gelen evrensel seçme, seçilme ve örgütlenme gibi hakların ortaya çıkmasına yol açan siyasal haklar şeklinde belirmiştir. Üçüncü eksen ise, yirminci yüzyılda sağlık ve eğitim hizmetleri ile işsizlik parası ve çocuk parası gibi hizmetleri sunan, refah devletinin oluşumuna yol açan sosyal haklar şeklinde ortaya çıkmıştır.
Marshall’ın yurttaşlık kuramı, liberal kapitalizmin önemli sorunlarına çözüm bulma arayışındadır. Diğer bir deyişle, Marshall, siyasal demokrasi ile kapitalist iktisadî sistemin bir arada yürütülmesi için gereken koşulların nasıl sağlanacağı sorusunu yanıtlamaya çalışmıştır. Bu sorunun yanıtı, “refah devleti yoluyla” şeklinde olmuştur. Çünkü refah devletinin, olumsuz koşullarda yaşayan işçi sınıfının hayat standartlarını yükseltmesi beklenmiştir.
Marshall’a göre yurttaşlık, merkezi kapitalist devletin, sistem karşıtı merkezkaç grupları bir takım ödünler ve haklar vererek merkeze çekebilmek amacıyla kullandığı bir ideolojidir.
II. Küreselleşme İle Birlikte Değişen Aidiyet Biçimleri +
Uluslararası ve ulusal nitelikteki nüfus hareketlerinin yoğunluk kazandığı günümüzde, modern insanın aidiyet hissettiği büyük siyasal anlatılar, sadece ulus-devletle sınırlı tutulamaz. Küreselleşme sürecinin hem nesnesi hem de öznesi olan kitleler ulus-devletin dışında başka siyasal ünitelere de bağlılık veya sorumluluk duyabilirler. Eğer birey anavatanından uzakta yaşayan diasporik bir özne ise hem anavatanına hem de yaşadığı ülkeye siyasal anlamda bir aidiyet hissi besleyebilir. Bu durumda, bu kimsenin ihtiyacına karşılık verecek olan uygulama çifte yurttaşlık uygulaması olup, bir tür ulus-aşırı yurttaşlık (transnational citizenship), deneyimiyle karşı karşıya kalınabilir. Sürekli hareket halindeki göçmenler ve onların çocukları, küreselleşmenin kendilerine sağladığı modern ulaşım ve iletişim araçlarıyla nehrin her iki yakasında (anavatan ve diaspora) aynı anda var olmayı başaran bireydir.
Öte yandan çok-etnili bir toplumda yaşayan azınlığa ait başka bir birey, içinde yaşadığı ülkenin siyasal iktidarınca kendine verilen siyasal, sosyal ve kültürel haklardan yararlanarak siyasal katılımını kültürel eksen üzerinden ürettiği söylemlerle gerçekleştirebilir. Burada söz konusu bireyin deneyimlediği siyasal aidiyet biçimi, çok-kültürlü yurttaşlık denebilir.
Yukarıda da değinildiği üzere, Marshall’ın çerçevesini çizdiği yurttaşlık kuramı, her ne kadar oldukça faydalı olsa da, günümüzdeki modern yurttaşlığı anlamak açısından yeterli olmamaktadır. Savaş sonrası dönemde yaşanan küresel boyutlu toplumsal değişimler, bireylerin kamusal/siyasal alandaki haklarını, ödevlerini ve katılımlarını artırıcı yönde bir rol oynamıştır. Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip oldukları; sömürgesizleştirme yoluyla görece uluslararası eşitliğin sağlandığı; göçmenlerin, sığınmacıların, tüccarların, akademisyenlerin ve öğrencilerin başrolü oynadığı ulus-ötesi nüfus hareketlerinin yaygınlaştığı; uluslararası sözleşmelerde insan haklarına saygı ilkesinin belirleyici bir unsur haline geldiği; uluslararası insani yardım ve sığınmacı kabulü konularında görüldüğü gibi ulus-devletlerin sorumluluklarının ulusal sınırları aştığı; küresel boyut kazanan çevre konularında bireysel sorumlulukların arttığı; ve ulus-aşırı siyasal örgütlenmeler ile bölgesel ve yerel siyasal örgütlenmelerin paralel gittiği bir dünyada yaşıyor olmanın gereği olarak bugüne değin tanık olduğumuz yurttaşlık kurumunun da bir değişimden geçmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Geleneksel yurttaşlık kavramının oluşumu, modern ulus-devletin ve dolayısıyla modern kapitalizmin gelişimiyle paralellik gösterir. Günümüzde, ulusal devletin egemenliğinin pek çok alanda çözülmekte olduğunu söylemek hatalı olmaz. İnsanların, sermayenin, düşüncelerin, imajların, teknolojinin, ulaşımın ve iletişimin hızla ulusal sınırları aşarak küresel boyutlar kazanması, hiç şüphesiz daha önce kendi kendine yeter nitelikteki ulusal devletlerin dokunulmazlıklarının belli ölçüde ortadan kalkmasına neden olmuştur. Diğer taraftan, hemen her ulus-devletin içinde yer alan yerel nitelikteki etnik ve dinsel milliyetçilikler, bu devletlerin bütünlüğünü içerden tehdit eden unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aynı zamanda, ozon tabakasının hızla delinmesi, Çernobil faciası, küresel ısınma, sayıları hızla artan sel felaketleri, depremler, yanardağ patlamaları, buzulların erimesi ve tropik yağmur ormanlarının yok edilmesi gibi ekolojik dengeyi bozan çevresel sorunlar da, insanların küresel bir çözüm arayışı için ulusal sınırların ötesinde arayışlara girmelerine neden olmuştur. Son olarak, 11 Eylül 2001 tarihinde en belirgin küresel tehdit halini alan uluslararası terör, yine küresel düzeyde çözüm gerektiren sorunların başında yer almaktadır.
Ulus-devlet kurgusu genellikle bir etnik kimlik, ortak bir geçmiş, ortak bir söylenceler ve anılar dizini, ulusal bir marş, ataların uğruna öldüğü bir toprak parçası, ulusal bir ekonomi ile birlikte yasal haklar ve ödevler bütünü gibi objektif unsurlar üzerine inşa edilmiştir. Azınlıklar, göçmenler, sığınmacılar gibi “yabancılar,” yurttaşlık haklarının tamamı kendilerine verilmediğinden genellikle bu ulusal bütünün birer parçası olarak kabul edilmezler. Bu anlayış, uzun yıllardan beri devam eden bir uygulamanın ürünüdür. Yüzyılın başından itibaren önemli bir yeri olan ulusal yurttaşlık kurumu, günümüz heterojen toplumlarının medeni, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarına yeterince yanıt verememektedir.
Uluslararası terörizm korkularının ve güvenlik kaygılarının kök saldığı modern dünyada İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın yaygınlaştığı görülmektedir. Görece çok-kültürlülük söylemi üzerine yükselen günümüz modern ulus-devletlerinin önemli bir kısmının etnik, dinsel ve diğer tür azınlıkları dışlayabilmek için yurttaşlığın kapsamını daraltma eğilimine girdikleri söylenebilir. 11 Eylül olaylarının ardından dünyanın girdiği uluslararası terör düzleminde insanların yanı başlarındaki “yabancıdan” korkmaları ve bu nedenle çok-kültürlülük yerine tek-kültürlülüğü benimsemeye doğru yönelmeleri yine bilinen bir eğilimdir. “Yabancıları” dışlayan bu tür anlayışların ardında, milliyetçilik ideolojisinin olduğunu görürüz. Milliyetçilik ideolojisi, etno-kültürel ve dinsel azınlıkları dışlarken, aynı zamanda sınıfsal farklılıklar ile kadın-erkek arasında var olan eşitsizlikleri gizleyen sosyal-siyasal bir söylem olarak da karşımıza çıkar. Milliyetçi ideoloji, ister popülist olsun, ister cumhuriyetçi, ister komünist ya da faşist, üzerine inşa edildiği kriterlere bağlı olarak, seçilmiş bir grup halkı “biz” diye tanımlarken, dışlamak istediği diğer grupları da “ötekiler” olarak tanımlayabilmektedir. Burada “halk” kurgusunu betimlemek için kullanılan “biz” kavramı, gerçek ve görsel anlamda birbirinin varlığından haberdar olmayan insanların, kurgusal ve hayali bir şekilde tasavvur edilmiş halidir. Bu çerçevede, Marshall’ın söylediklerini bugüne uyarlarsak, modern yurttaşlık kurumunun da, aynı şekilde, siyasal elit tarafından “yabancı” işçiler, göçmenler ve sığınmacılar gibi bazı grupların dışlanması sürecinde kullanıldığını söylemek mümkün olabilir. Burada altının çizilmesi gereken konu, milliyetçilik ve yurttaşlık ideolojilerinin “biz” ve “onlar” arasındaki sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sınırların çizilmesi sürecinde birbirlerini tamamladıkları ve aynı amaca hizmet ettikleri konusudur.
III. Avrupa Birliği Yurttaşlığı +
Yurttaşlık üzerine yapılan tartışmalarda en sık ortaya atılan soru “peki ulusal kimliğimiz ne olacak” sorusudur. Esasen yurttaşlık ve ulus iç içe geçmiş iki kurumdur. Diğer tüm kimlikler gibi ulusal kimlik de, önceden tanımlanamaz ve dinamik bir niteliğe sahiptir. Ulusal, bireysel, siyasal, toplumsal ya da etnik, tüm kimlikler “ötekini” tanıma, tanımama ya da yanlış tanıma tutumları tarafından belirlenir. Birey kimliğini sadece diğerlerinin ona karşı olan davranış ve tutumlarını dikkate alarak inşa edebilir. Kültüre yönelik bütüncül yaklaşımın benimsendiği ülkelerde, toplumsal hayata yeni katılan grupların, çoğunluğun dikkate değer bir direnişine maruz kalmadan toplumsal sisteme adapte olmaları oldukça zordur. Ulusal kimliğin önceden tanımlandığı bu tür örneklerde yeni gelenlerin genellikle etno-kültürel ve dinsel açıdan farklı algılandıkları için dışlandıkları görülmektedir. Etno-kültürel ve dinsel farklılıkları nedeniyle çoğunluk toplumu tarafından tanınmayan ya da yanlış tanınan azınlıklar, genellikle radikal ya da merkezkaç kimlikler inşa etme eğilimi sergilerler.
Örneğin, AB ülkelerinde yaşayan Müslüman kökenli göçmenlerin entegrasyonuna ilişkin olarak çeşitli ülkelerdeki katılımcılarla yapılan görüşmelerde ortaya çıkan temel beklentilerinden biri, sahip oldukları etno-kültürel ve dinsel farklılıkların resmi politikalar düzeyinde tanınmasıdır. Belçika’nın Flaman bölgesindeki ilkokullarda Türkçe’nin resmi ikinci dil olarak tanınmasının, Türk kökenli öğrenciler arasında kendi kültürlerine saygı duyulduğu hissini uyandırdığı belirtilmiştir. Benzeri bir saptamanın Türkiye’de yaşayan Kürt, Alevi, Çerkes, Ermeni, Süryani ve benzeri pek çok farklı etno-kültürel grup için de yapılması mümkündür. Kendi kültürel kimliklerine çoğunluk toplumu ve devlet tarafından saygı gösterilmediğine inanan bu tür azınlık gruplarının ulusal kimliğe yabancılaşmaları söz konusu olabilir. Ulusal kimliğe karşı yabancılaşan bu tür gruplar, siyasal alana da yabancılaşmaktadır.
İlk kez 1970’li yıllarda Avrupa Topluluğu çevrelerince dillendirilen ve çalışanların serbest dolaşımını öngören topluluk yurttaşlığı daha sonra işçi olmayanları da kapsayan bir hareketlilik öngörmüştür. 1975 yılında kaleme alınan Tindemans Raporu’nda ayrıntılarıyla yer alan Topluluk Yurttaşlığı ilk kez 1992 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla vücut bulmuştur. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Avrupa’da ortaya çıkan iyimser siyasal iklimi taçlandırmak ve siyasal entegrasyonu besleyebilmek için Avrupa Birliği Yurttaşlığı’nın Maastricht Antlaşması’nda yer aldığı bilinmektedir. AB Yurttaşlığı aynı zamanda, yurttaşlık ve ulus bağının çözüldüğü bir düzlemde ortaya çıkmıştır. AB yurttaşlığında ortaya çıkan en önemli tehditlerden biri yurttaşlık ve ulusal kimlik arasındaki güçlü bağın sorgulanmasıdır. 1992 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’nın 8. Maddesi, yurttaşlık haklarının “dinamik” ve “evrimsel” doğasına atıfta bulunur. Maastricht Antlaşması, değiştirilen Roma Antlaşması’na yeni bir bölüm olarak eklenmiştir. Madde 8 uyarınca “Üye Devletin uyruğuna sahip her kimse Birlik yurttaşıdır.” Buna ek olarak, “Birlik yurttaşları bu Antlaşma ile düzenlenen haklara ve sorumluklara sahiptir.” “Topluluk Yurttaşlığı,” Avrupa Konseyi eski Başkanı İspanyol Felipe Gonzales tarafından yazılan bir mektupla tartışmaya açılmıştır. Bu mektupta Gonzales, yurttaşlığın Avrupa siyasal birliğinin üç sacayağından biri haline getirilmesini öneriyordu. Diğer ikisi ise, Avrupa Parasal Birliği ve ortak dış ve güvenlik politikasıdır.
Her ne kadar Maastricht Antlaşması’nda, önceden belirlenmemiş ve değişmeye tabi olan, “dinamik” ve “evrimsel” haklardan doğan Avrupa yurttaşlığı benimsense de bazı problemler çözülememiştir. Eleştirilen konuların başında, Almanya’da yaşayan ve Alman yurttaşlığına geçmemiş Türkler gibi AB üyesi olamayan ülkelerden gelen göçmenlerin siyasal entegrasyonu meselesi gelmektedir.
tutmak gerekir. Bu bakış Maastricht Antlaşması’nın yurttaşlık haklarının “dinamik” ve “evrimsel” doğasını vurgulayan 8. Maddesinde açıkça görülmektedir. Bir anlamda Madde 8, AB’de yaşayan ancak AB yurttaşı olmayanları da kapsayacak düzenlemeler için temel oluşturma kapasitesi açısından umut vericidir.
IV. Avrupa Birliği Yurttaşlarının Hakları +
Birlik yurttaşlarına ilişkin temel unsur, her Birlik yurttaşının üye ülkelerin sınırları içinde serbestçe seyahat etme, yerleşme ve çalışma hakkı elde etmesidir. Her Birlik yurttaşının üye ülke topraklarında serbestçe dolaşım ve oturma hakkı Maastricht Antlaşması’nda (Madde 8A) ve daha yakın zamanda AB Temel Haklar Şartında (Madde 45) yer almıştır. Bu hakların uygulanmasına bakıldığında ise serbest dolaşımın tam anlamıyla ve koşulsuz olmadığı görülür. Birçok insan için serbest dolaşım hakkı, Birlik ülkelerinden herhangi birinde hiçbir resmi formalite ile bağlı olmadan dolaşma ve yaşama anlamına gelmektedir. Serbest dolaşım, tüm Birlik yurttaşlarının her bir üye ülkede aynı haklara sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Birlik içinde vergilendirme uyumlu olmadığı sürece, Birlik yurttaşları için eşit sosyal güvenlik sisteminden bahsedilemez. Böylece, başka bir üye ülkede engelli yardımı ya da emeklilik fonundan faydalanan bir kimse ulusal yurttaşlarla aynı haklara sahip olabilir.
Ancak başka bir ülkede ikamet etmek, sosyal güvenlik ödemelerini garanti altına almaz. 2001 Mayıs’ında Komisyon, bu alanda var olan çok sayıda düzenlemeyi tek bir yasama aracı altında toplarken, bu hakkın kullanımını, koşullarını ve formalitelerini kolaylaştırmak ve bu hakkın, kamu politikası, kamu güvenliği ve sağlığı gibi kısıtlama gerekçelerini netleştirmek için yeni bir yönerge kabul etmiştir. Bu yönergeye göre dört yıl boyunca bir üye ülkede ikamet eden kişi başka bir koşula bağlanmaksızın daimi ikamet eden iznine sahip olabilecektir.
Öte yandan 2010 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, sivil toplum kuruluşları ve Avrupa Birliği yurttaşları açısından önemli bir takım demokratikleşme önerilerini de beraberinde getirmiştir (Einhorn, 2010). Buna göre Avrupa Birliği Parlamentosu’nun yetkileri artırılmış ve böylece son yıllarda AB’ye yöneltilen “demokratik açık” şeklindeki eleştirilere karşılık verilmesi ve Yurttaşların Avrupası’na bir adım daha yaklaşılması hedeflenmiştir.
Her ne kadar, sembolik bir önem arz eden ve Avrupalılık kimliğinin oluşumunda önemli katkıları olan Avrupa marşı (Beethoven’in 9. Senfonisi), AB Bayrağı, “farklılık içinde birlik” (unity-in-diversity) söylemi ve AB Anayasası gibi sembollere yer vermese de, Lizbon Antlaşması yurttaşların Avrupa Birliği karar alma süreçlerinde daha yakından yer almasına olanak tanımayı amaçlayan bir niteliğe sahiptir. Lizbon Antlaşması, Avrupa Yurttaş İnisiyatifi hakkı ile Avrupa Birliği yurttaşlarına, üye devletlerin önemli bir bölümünden en az bir milyon imza toplanması halinde, Komisyona yasa taslağı önerme hakkı tanımıştır (Lizbon Antlaşması, Madde 8).
Lizbon Antlaşması, yurttaşlar, sivil toplum örgütleri ve Birlik kurumları arasındaki diyaloğun önemini onaylamakta ve Avrupa kararlarının alınmasında kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin yer almasına daha çok olanak tanımaktadır. Bu antlaşma ile Avrupa yurttaşlığı kavramı, Avrupa demokrasisinin yaratılmasında “merkezi unsur” şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak tüm bu çabalara rağmen, Avrupa Birliği yurttaşlarının AB Yurttaşlığı konusunda yeterince bilgili olduğunu söylemek oldukça güçtür. 2007 Eurobarometre sonuçlarına göre, AB yurttaşlarının %78’i AB Yurttaşlığı kavramı konusunda genel olarak bilgi sahibi olduğunu belirtirken sadece %31’lik kısmı bu kavram hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olduğunu belirtmiştir (Eurobarometer, 2007).
Sonuç +
Yurttaşlık konusu, özellikle geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde yoğunluklu bir şekilde tartışılır hale gelmiştir. Bu tartışmanın yükselmesinin nedenleri, hızla artan küreselleşme rüzgârları, modern ulus-devletin maruz kaldığı etnik milliyetçilik gibi merkezkaç kuvvetlerin sayıca artması ve kapitalizmin değişen dinamikleridir. Hızla örgütlenen ulus-ötesi yargı sistemleri (Avrupa Adalet Divanı, Uluslararası Tahkim Yasası vb.), AB gibi ulus-ötesi siyasal entegrasyon deneyimleri, uluslararası iş piyasası, göç olgusu, uluslararası mobilite, evrensel insan haklarına saygı ilkesi ve küresel ekolojik sisteme karşı sorumluluk gibi insiyatifler, ulusal yurttaşların tabi oldukları modern ulus-devletin sınırlarını belirsizleştirmiştir. Bu nedenle, ulus-devlet birimleri artık kendi sınırları içinde yaşayan insanları mutlak bir iktidar ile yönetmeye muktedir değildirler. Bu küresel ölçekli sosyal değişimler karşısında pek değişmeyen ulusal yurttaşlık kurumu, günümüz toplumlarının medeni, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaktır. Sözgelimi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında batıya göç eden işçilerin kapitalist sisteme dâhil edilmeleri, tikelci (particularist) ve “ötekini” dışlayan ulusal yurttaşlık yasalarının uygulanmaya konması nedeniyle, büyük ölçüde gerçekleşememiştir. Burada sorulması gereken, kadınlardan eşcinsellere, fiziksel özürlülerden etnik azınlıklara kadar pek çok azınlık grubunu siyasal-kamusal alana dâhil etmek için neler yapılabileceğidir.
Marshall’ın medeni, siyasal ve sosyal olmak üzere üç eksende oluştuğunu öne sürdüğü modern yurttaşlık kurumuna, günümüzde kültürel haklar, ekonomik haklar, ekolojik haklar gibi başka bir takım eksenlerin daha dahil edilmesi gerektiği görülmektedir. Yaşanan küreselleşme süreçleri bir yandan ulusal yurttaşlık kurumunun sınırlarını ulus-üstü bir yöne doğru zorlarken, diğer yandan da kentli yurttaşın oluşumuna zemin hazırlayan merkezkaç bir kuvvetin ortaya çıkmasına da neden olmaktadır. Diğer bir değişle, ulusal yurttaşlık günümüzde ulus-üstü ve ulus-altı bir takım etkiler altında bulunmaktadır. Avrupa Birliği yurttaşlığı bu anlamda ulus-üstü bir karakter sergilerken, önemleri hızla artan büyük kentler ve bölgeler ulus-altı bir nitelik taşımaktadırlar.
Küreselleşmenin ve yerelleşmenin paralel bir seyir izlediği bir zamanda, yurttaşlık kurumu bugünkü haliyle ulusal niteliğini kaybetmeye yüz tutmuş gibidir. Avrupa Birliği yurttaşlığı her ne kadar, doğrudan üye ülkelerden birinin yurttaşı olmakla edinilen bir aidiyet biçimi olsa da, bu statünün AB yurttaşlarına sadece üye ülke yurttaşı olmakla edinemeyecekleri pek çok hakkı sağladığı görülmektedir. Özellikle Lizbon Antlaşması’yla birlikte yürürlüğe giren Avrupa Yurttaşlar İnisiyatifi bu bağlamda AB Yurttaşlarını daha etkin ve katılımcı kılmayı hedeflemektedir. AB yurttaşlarının istedikleri bir AB ülkesinde ikamet etme, çalışma, oy kullanma ve eğitim görme gibi pek çok haktan yararlanabildikleri düşünülürse, AB yurttaşlığının aslında başlı başına bir gerçeklik olduğu sonucuna varılabilir.
Kaynakça +
Kaya, Ayhan ve Kentel, Ferhat (2008) Belçika Türkleri, Istanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kaya, Ayhan ve Özdoğan, Günay G. (2003) Uluslararası İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorular, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Marshall, T. H ve Bottomore, Tom (2006/1950) Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar, çeviren Ayhan Kaya, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Üstel, Füsun (2004). Makul Vatandaşın İzinde, İstanbul: İletişim Yayınları.