1.3 Avrupa'da Din ve Devlet İşleri
Ayhan Kaya
Anahtar Sözcükler Dinler Tarihi, Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik, Laiklik, Seküler, Din Eğitimi, İslam Diyaloğu, Diyanet İşleri
Giriş +
Avrupa Tarihi, dinler tarihi olarak da bilinir. 17. Yüzyıl’daki din savaşlarının tecrübesi Avrupa’da devlet ve din arasındaki ilişkinin biçimini büyük ölçüde şekillendirmiştir. Bu savaşların sonucunda Fransa, İspanya, İtalya ve Belçika Katolik kalırken, Norveç, İsveç ve Danimarka Luteren olmuştur. Almanya ve Hollanda ise Katoliklik ve Protestanlık arasında bölünmüştür. Almanya ve Hollanda siyaseti, iç barışı koruyabilmek için dinsel çatışmalardan sakınırken, aynı zamanda kiliselere eğitim ve sosyal hizmetler bağlamında sorumluluklar yüklemek suretiyle onların seküler siyasal sistemle bütünleşmeleri yönünde çaba harcamıştır. Almanya’da devlet ve kilise işbirliği kamu okullarındaki dinsel eğitimi de kapsar. Almanya’da okul öncesi eğitim kurumlarının % 80’i kiliseler tarafından yürütülmektedir. Özel okulların çoğu kiliselere aittir ve sosyal hizmet sunmada kiliseler önemli bir rol oynar.
Avrupa ülkelerindeki dinsel eğitim, her ülkenin kendine özgü tarihsel koşullarını yansıtır. Fransa’da, devlet tarafından laiklik uygulamasının kanunlaştırıldığı 1905 tarihinden bu yana kamu okullarında din eğitimi verilmemektedir. Ancak bu hukuki ve siyasal değişiklikler Fransız halkının sosyo-kültürel eğilimleri açısından radikal bir dönüşüme yol açmamıştır. 19. Yüzyılın ilk yarısına kadar Fransa ağırlıklı olarak, yurttaşlarının köklü yerel belleklere sahip olduğu, yabancılara karşı güvensizliğin hissedildiği ve kırsal hayatın egemen olduğu tarımsal bir uygarlıktan ibaretti. Günlük hayatta Katolik ritüellerin önemli bir yeri vardı. Fransız olmak, Katolik, taşralı ve bölgesel bir lehçe konuşan insan anlamına geliyordu. Bu nedenle olsa gerek, Protestanlar, Yahudiler ve Müslümanların gündelik hayatta ‘gerçek Fransız’ olarak algılanmaları ihtimali oldukça düşüktür. Buna göre Fransız olabilmek için birinin Yahudi ya da Müslüman kimliğinden uzaklaşması gerekirken, herhangi bir Katolik için aynı durum söz konusu değildir.
Öte yandan, Belçika da din özgürlüğü sağlayan laikbir anayasaya sahiptir. Ancak monarşi, derinlere kök salmış bir Katoliklikle anılmaktadır. Seküler düşünceyi savunanlar ile Katolikler arasındaki siyasal çatışmalar 1950’lerde eğitim kurumlarını ikiye böldü. Okulların seküler bölümü cemaat, vilayet ya da belediye tarafından kontrol edilirken, din eğitimi ise kiliseler tarafından sağlanmaktadır. Hollanda’da kamu okulları yerel yönetimler tarafından kontrol edilir. Özel okullar ise, oluşturulan yönetim kurulları tarafından yönetilirler. Sütun (pillar) sistemine göre düzenlenen özel okullar, belirli bir dine dayalı eğitim veren okullardır. Hükümet tarafından finanse edilen Katolik ve Protestan ilkokullar, lise ve üniversiteler, hatta Yahudi ve Müslüman ilkokul ve liseler vardır. Bu örnekler bize, her Avrupa ülkesinin kendi özgün tarihsel koşullarına bağlı olarak devlet okullarında din eğitiminin niteliklerinin belirlendiğini göstermektedir. Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda’daki Müslüman kökenli insanların toplumsal entegrasyonu ile bu ülkelerdeki devlet-kilise ilişkilerinin anayasal ve hukuki düzenlemeleri arasında paralellikler olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle, bu ülkelerdeki Müslümanlar, anayasal ilkelere, hukuki uygulamalara, kültürel kurallara, tarihi emsallere ve kilise-devlet ilişkilerine bağlı olarak hareket etme eğilimi içindedirler. Öyle ki, Müslüman kökenli gruplar devlet ile bir ilişki geliştirmeye yönlendirilmektedirler. Şimdi, sırasıyla sayfa sınırı nedeniyle sadece söz konusu ülkelerdeki devlet ve din ilişkileri ayrıntılarıyla ele alınacaktır.
I. Almanya +
Devlet tarafından tanınan dinler (Katoliklik, Protestanlık ve Yahudilik) hukuksal olarak örgütlenebilir ve devlet otoriteleri tarafından toplanıp yeniden dağıtılan kilise vergilerinden faydalanırlar. Devlet, resmi olarak tanınan Katolik, Protestankiliseler ve Yahudi cemaati üyelerinden gelir vergisinin % 8-9’u oranında Kilise vergisi (Kirchensteuer) toplar. Kilise bütçelerinin büyük bölümü bu vergiden oluşurken sosyal ve kültürel faaliyetlerin bir çoğu bu yolla finanse edilir. Kiliseler ve devlet arasındaki ilişkiler Eyaletler (Länder) tarafından düzenlenir. Hukuki kişiliğe sahip olmayan Müslümanlar ise kilise vergisinden faydalanamaz. Katolik ve Protestan din görevlilerinin eğitimi, mensubu oldukları kiliseler ve bu kiliselerle işbirliği içinde olan çok sayıdaki üniversiteler tarafından sağlanmaktadır. 1942 yılından beri Yahudiler ilk kez Eylül 2006’da haham atayabilmişlerdir. Yahudi Soykırımı’ndan bu yana Almanya’da ilk kez 1999 yılında inşa edilen ilk haham okulu olan ve Potsdam’da bulunan Abraham Geiger College adlı kurumda üç haham eğitim görmüşlerdir.
Almanya’daki Türk imamlar genellikle, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na doğrudan bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın diaspora örgütü olan Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DITIB)’ne bağlıdır. Şu an için DITIB imamları Türkiye’de eğitilmektedir. Ancak son zamanlarda imamların eğitim programları, Almanca dil öğrenimi ve Almanya’da Türk toplumunun yaşama koşullarının öğrenilmesini de içermektedir. Almanca dil eğitim programı Goethe Enstitüsü ile işbirliği içinde gerçekleştirilmektedir. İşbirliği yapılan diğer kurumlar arasında teoloji fakültelerinde İslam çalışmaları da bulunan Frankfurt’taki Johann Wolfgang von Goethe Üniversitesi ve Münster Üniversitesidir. Öte yandan, Osnabrück Üniversitesi ise, İslam din öğretmenleri için İslam din eğitimi yüksek lisans programı sunmaktadır.
Hıristiyan Demokrat Parti üyesi Federal İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble, Eylül 2006’da çoğu Türkiye kökenli olan Müslümanların entegrasyonuna ilişkin büyük bir konferans düzenlemiştir. 2 Mayıs 2007 tarihinde ise ikinci konferans düzenlendi. Konferansın amacı Müslüman toplumu ile Alman toplumu arasında yapıcı ve sürekli bir diyalog kurulmasıdır. Hristiyan Demokratların önderliğindeki Koalisyon Hükümeti tarafından benimsenen bu yaklaşım, çoğunluk toplumu ile göçmen kökenli insanlar arasında din üzerinden bir diyalog kanalı oluşturma çabasıdır. Almanya son zamanlarda göçmen toplulukların taleplerinin de dillendirildiği dinsel söylemlerin uyanışına tanık oluyor. İktidardaki Hıristiyan Demokratlar, göçmenleri ve onların çocuklarını mensup oldukları din üzerinden tanıma eğilimindedir. Göçmenlerle bireysel kimlikleri üzerinden bir diyalog kurmaktansa, Hıristiyan Demokratlar, bu insanlarla öncelikli olarak Müslüman kimlikleri üzerinden diyalog kurmak istemektedirler. Bu bakış açısı son yıllarda yaygınlık kazanmıştır. Bu bağlamda Frankfurt-am-Main yerel mahkemesinin verdiği karardan bahsetmek yerinde olacaktır. Alman yargıç, Fas kökenli bir kadının hızlı boşanma talebini, aile içi şiddetin Kuran’da yer alan Nisa Sure’sinin 34. Ayetine göre kabul edilebilir olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Yargıç Christa Datz-Winter, Fas kökenli Alman kadının boşanma talebini, kadın ve kocasının geldiği “Fas kültüründe erkeğin kadını bedenen cezalandırmasının istisnai olmadığı” gerekçesi ile reddetmiş ve bu açıklama Frankfurt mahkeme kararında aynen bu şekilde yer almıştır. Daha sonra karara verilen tepkiler nedeniyle yargıç davadan çekilmek zorunda kalmıştır. Karar, ülkedeki günlük hayatın sekülerliğini azımsadığı gerekçesiyle büyük eleştiri almıştır.
Almanya İslam diyaloğunu sağlamaya çalışırken, Fransız Müslüman Din Konseyi (Conseil Français du Culte Musulman, 2003) ya da Belçika Müslüman İdaresi (Exécutif des Musulmans de Belgique, 1995) gibi sıkı bir yapısal düzenlemeden ziyade gayri resmî iletişim kanallarını kullanmayı tercih etmektedir. Konferans federal hükümetin, eyaletler, yerel meclisler, İslami grupların temsilcileri ve Müslüman dünyasının on bağımsız karakterini bir araya getirmiştir. Konferansta, dinsel aşırılık, Almanca vaaz, devlet okullarında din eğitimi, imamların eğitimi, İslam’da kadının rolü ve devlet ile dini topluluklar arasındaki ilişkiler ile Almanya’daki Müslümanların ekonomik durumu gibi meseleler tartışılmıştır.
Alman İçişleri Bakanlığı’nın çalışmalarına paralel olarak, Dışişleri bakanlığı da Almanya’daki Müslümanların entegrasyonunu derinleştirmek için benzer adımlar atmaktadır. Yine Eylül 2007’de Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, muadili Abdullah Gül ile İstanbul’da bir kültürlerarası diyalog projesi olan Ernst Reuter Girişimi’ni başlatmıştır. İki bakan da Alman-Türk işbirliğini derinleştirmek için, iş çevreleri, medya ve akademik kuruluşlar arasındaki ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesini ve ortak projelerin hayata geçirilmesini arzu etmişlerdir. Daha önce iktidarda olan iki siyasal partinin CDU (Hristiyan Demokrat Birliği) ve SPD (Sosyal Demokrat Parti)’nin desteklediği bu iki girişimin de ortak yanı, Türk kökenli göçmenlere ilişkin varsayımlarıdır. İki proje de üstü örtülü biçimde, entegrasyon sorunun arkasındaki asıl engelin İslam’ın farklılığı olduğunu ima eder. İslam, Alman hükümeti tarafından göçmenlerin Alman toplumuna entegrasyonunu engelleyen belirli kural ve gelenekleri içeren bir din olarak görülmektedir. İki inisiyatif de, entegrasyon meselesine işsizlik, eğitimsizlik, yoksulluk, kurumsal ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi yapısal sorunları göz ardı eden bir açıdan bakmaktadır.
İslam konferansı federal ve eyalet hükümetlerine bütün dini meseleler hakkında tavsiye verecek merkezi bir İslam kuruluşunun kurulma önerisi ile sonuçlanmıştır. Aslında öneri, çok sayıda göçmen kökenli insanı temsil etme peşinde olan Müslüman örgütlerinden gelmiştir. Müslüman örgütlerin bu talebi, Hristiyan Demokratların göçmenleri ve onların çocuklarını İslami nitelikli tek bir temsilci kuruluş altında toplayarak kontrol etme planı ile örtüşmektedir. Alman hükümeti Almanya’daki Yahudiler Merkezi Konseyi (Zentralrat der Juden in Deutschland) modeline benzeyen ve Hıristiyan kilise örneğinden alınmış resmi bir Müslüman kuruluş modeli arayışındadır. Almanyalı imamların eğitiminden sorumlu olacak “İslami İşler Koordinasyon Konseyi”, tüm Almanyalı-Müslümanlara özgü olan bir Müslüman teolojisi ile hareket edecektir. Nisan 2007’de dört Müslüman Derneği faaliyetlerini “Müslümanların Koordinasyon Konseyi” (Koordinierungsrat der Muslime, KRM) altında birleştirme kararı aldıklarını açıklamışlardır. Böylece söz konusu dernekler, Alman Hükümeti’nin Müslümanların Fransa veya Belçika’da olduğu gibi tek bir resmi kurum altında toplanma beklentisini kabul etmiş oldu. İslam dininin Almanya’da tanınan resmi bir din olmamasına rağmen, bu dört kuruluş, imamları eğitmek için kendi inisiyatiflerini geliştirmişlerdir.
KRM, İslam konferansındaki eğilimi de belirleyen dört şemsiye organizasyon tarafından kurulmuştur: Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DITIP), İslam Kültür Merkezleri Derneği (VIKZ), İslam Konseyi (IR), Müslümanlar Merkez Konseyi (ZMD). Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DITIP), Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olan, Ankara’nın seküler temsilcisi iken teolojik ve ahlaki duruşu şimdi daha taşralı ve muhafazakâr hale gelmiştir. En fazla İmamı olan örgüt DITIB’dir, ancak şimdiye kadar bu İmamlar ne Almanca dil bilgisine ne de çağdaş Alman toplumuna ilişkin bilgi birikimine sahip olmuşlardır. İslam Kültür Merkezleri Derneği (Verband der Islamischen Kulturzentren, VIKZ) “Kemalist devlet” tarafından göz ardı edilen Türkiye kökenli Müslüman göçmenleri bir araya getirir. Bu dernek, birinci kuşak “misafir işçilerin” siyasal ve dini olarak onlara vekâlet edecek bir kurumun yokluğuna tepki olarak kurdukları kültürel derneklerin ürünüdür. Türkiyeli Müslümanlar tarafından kurulan diğer bir örgüt olan İslam Konseyi (IR) ise şehirli ve moderndir, tam entegrasyonu savunur. Son olarak, Müslümanlar Merkez Konseyi (ZMD- Zentralrat der Muslime) ise özellikle Arap kökenli Müslümanların kurduğu çokuluslu bir dernektir (Leggevie, 2007). Farklı kökenlerden gelen Müslümanların birlikte eğitimine en çok karşı çıkan kuruluştur ve Mısır’daki Müslüman kardeşlerin bazı görüşlerini benimsemekle suçlanır. Ancak Koordinasyon Konseyi’nin önemli eksiklikleri vardır. Bu yapılanma ne Alevileri, ne Şiileri ne de Ahmedileri kapsamaktadır. Şemsiye örgüt, cihat propagandası için özellikle interneti etkili bir şekilde kullanan aşırı İslamcı gruplar üzerinde de kontrol sahibi değildir.
1989’dan sonra Rusya ve Doğu Avrupa’dan Almanya’ya doğru yaşanan Yahudi göçünün ardından Yahudiler Merkezi Konseyi’nin temsiliyet kapasitesinden şüphe duyulmaya başlanmıştır. Benzeri şüpheler daha heterojen olan ve ruhban sınıfının olmadığı Müslümanlara ilişkin olarak daha da çok dile getirilmektedir. Müslümanlar arasındaki bu çeşitlilik ve örgütsüzlük ne yukarıdan Alman Devleti aracılığı ile ne de içeriden kolayca aşılamaz. Dahası bu durum Müslüman kökenli göçmenlerin resmi temsilcileri olarak tanınmak isteyen muhafazakâr İslami derneklerin isteği olan İslam’ın tözselleştirilmesi (muhafazakârlaşması) riskini taşımaktadır.
II. Fransa +
Fransa’da din ve devlet arasında arasındaki ilişkiler birkaç istisna dışında geleneksel laik ayrışma yöntemi ile düzenlenir. Kilise ve devlet ayrılığını düzenleyen 9 Aralık 1905 tarihli yasaya göre “Fransa Cumhuriyeti, hiçbir dini tanımaz veya desteklemez”. Devlet kiliselerin iç örgütlenmesine müdahale etmez veya herhangi bir fon sağlamaz. Dini binaların korunması, din görevlilerinin maaşlarının verilmesi ve Fransız Guyanası ile Alsace-Moselle’in özel statüsü durumun istisnalarını oluşturur. Katolik Kilisesi ruhban sınıfı adaylarının eğitimi, Paris ve Lille Katolik Enstitüleri ile Strasbourg Teoloji Fakültesinde verilmektedir. Protestan rahipler ise Strasbourg Teoloji Fakültesi ve Montpellier ve Paris Teoloji Fakültelerinin Protestan Enstitüleri tarafından eğitilmektedir. Ortodoks rahipler Saint Serge Enstitüsü tarafından eğitilirken, hahamların eğitimi Paris’teki Séeminaire Israélite de France tarafından sağlanır. İmamların eğitimi meselesi ise son dönemde devletin dikkatini çekmiştir. 2006’da İçişleri Bakanı olan Nicolas Sarkozy tarafından hazırlatılan Machelon Komisyonu Raporu’na göre (Komisyon Başkanı Jean-Pierre Machelon’ın adı ile anılmaktadır) Müslüman din personeli yetiştirilebilmesi için kamu otoriteleri ile işbirliği içinde bir eğitim sistemi kurulmalıdır. Aynı rapor, İslami din eğitiminin ortaokullar ve teknik enstitülerince de verilmesini önermiştir. Paris Valisi Bertrand Delanoë 2011 yılında eğitim, araştırma ve dokümantasyon için bir üniversite merkezi ile kültürel ve sosyal aktivitelerin yapılacağı bir Müslüman Kültürler Enstitüsü açılmasını önermiştir. Almanya’ya benzer olarak Fransa da Türkiye ile 2005 Aralık ayında, Türkiye’den Fransa’ya gönderilecek olan din görevlerine Fransızca dil eğitimi verilmesi için bir anlaşma imzalamıştır.
Fransa’daki Müslümanlar da kendi eğitim inisiyatiflerini geliştirmişlerdir. Fransa’daki 1500 cami içinde en büyük olan Büyük Paris Cami’sinde 1994 yılında bir eğitim Enstitüsü kurulmuş, ancak fon bulunamaması nedeni ile 2000 yılında kapanmıştır. Institut Français etudes et Sciences Islamiques (İslami Çalışmalar ve Bilimler Fransız Akademisi, IFESI) kendisini, doktrin ve felsefe, Kuran, Hadis, Hukuk ve Hukuk teorisi, İslam tarihi ve Arapça dallarında beş yıllık üniversite eğitimi düzeyinde eğitim veren kuruluş olarak görür. Institut Européen des Sciences Humaines (Avrupa İnsan Bilimleri Enstitüsü IESH), Eylül 2005 tarihinde imamların eğitimi için bir enstitü açmıştır. Eğitim programı üç yıl sürmektedir. Benzer şekilde Lille’de Fransa Müslümanları Federasyonu tarafından Katar ve Libya’dan sağlanan fonlarla Institut Avicenne kurulmuş ve Lyon’daki Shâtibi Merkezi imamlar için eğitim programları düzenlemektedir.
Nicolas Sarkozy’nin İçişleri Bakanlığı döneminde kurulması istenen ve ülkedeki Müslümanların tamamını temsil etmesi beklenen Fransız Müslüman Din Konseyi (Conseil Français du Culte Musulman) 2003 yılında kurulmuştur. Ancak, şu ana kadar görünen o ki, Müslümanlar arasındaki etnik ve kültürel farklılıklardan ötürü temsil konusunda önemli ayrılıklar yaşanmaktadır. Sadece sıradan Fransızların değil aydınların, aktivistlerin, siyasetçilerin ve gazetecilerin dahi Araplar ile Berberiler arasındaki ayrımı bilmedikleri göz önünde bulundurulursa, Fransız Devletinin tüm Müslüman kökenlileri homojen bir grup olarak algılama eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu indirgemeci yaklaşım, Müslümanlar arasındaki tarihsel gerilimleri göz ardı etmekte olduğundan Konsey içinde tam bir grup içi diyaloğun olamayacağını kestirememişler ve bu konuda kolaylaştırıcı bir takım önemleri almamışlardır.
III. Belçika +
Belçika resmi olarak altı dini ve örgütlü laik (laicité organisée) gruplar gibi dini olmayan felsefi toplulukları tanır ve destekler (Katoliklik, Protestan- Evanjelik, Anglikan, Ortodoks, Yahudi ve Müslüman). Belçika devleti, İslam’ı resmi bir din olarak 1974 yılında tanımıştır. Bunun nedeninin o yıl itibariyle petrol sıkıntısı çeken Belçika’nın Suudi Arabistan’da daha cazip koşullarda petrol alabilmesini sağlayabilmek için Suudi rabıta örgütüne karşı gerçekleştirdiği bir jest olduğu bilinmektedir. Dini örgütler ve faaliyetleri, örgütlerin bulunduğu bölgeye göre değişmektedir (Brüksel, Flamanya, Valonya). Dini personelin eğitimi her dinin kendi okulları tarafından yapılmaktadır. Bunlara ek olarak Katolik Kilisesi, Katolik üniversitelerinin (Université catholique de Louvain, UCL ve Katholieke Universiteit Leuven, KUL) teoloji fakültelerinin faaliyetlerinden de faydalanır. Protestan din adamları, Brüksel Protestan Teoloji Fakültesi tarafından eğitilirken, Evanjelik kiliseler için din eğitimi Heverlee Evanjelik Teoloji Fakültesi, Belçika İncil Enstitüsü ve Brüksel İncil okulu tarafından sağlanır. Tanınan diğer dinlerin kendi personelini yetiştiren özel kurumları yoktur.
Resmi olarak Belçika imamların eğitimi için Müslümanlara herhangi bir eğitim faaliyeti sağlamaz. Ancak bazı küçük yerel inisiyatifler vardır. Flamanya hükümeti imamlar için eğitim programı sunma niyetini dile getirdiyse de henüz bu konuda bir gelişme sağlanamamıştır. Valonya bölgesinde ise UCL’nin Centre interdisciplinaire d’études de l’Islam dans le monde contemporain (Çağdaş Dünya’da Disiplinler arası İslam Çalışmaları, CISMOC), Facultés Universitaires Sain-Louis ve Haute Ecole Galilée ile işbirliği içinde İslami çalışmalar dalında temel üniversite eğitimi verilmesi için pilot proje yapılmaktadır. Buna ek olarak Sürekli Eğitim için Üniversitelerarası Merkez (CIFoP) tarafından Namur ve Charleroi camilerinin yöneticilerine yönelik bir eğitim programı düzenlemiştir.
İmamların eğitimi için Müslümanlar da kendi inisiyatiflerini başlatmışlardır. Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Takâfoul – Culture et Société 2006 yılında genç Müslüman üniversite öğrencileri ve mezunları arasında İslami çalışmalar ve Arapça dallarında üniversite eğitimini yaygınlaştırmak amacıyla Brüksel’de İslami Çalışmalar Enstitüsü’nü kurdu. Enstitü üç bölümden oluşur, Fransızca Bölüm, Arapça konuşulan bölüm ve Kuran-ı Kerim bölümü. Arapça konuşulan bölümü henüz faaliyete geçmemiştir. Fransızca konuşulan bölüm üç yıl lisans ve iki yıl da yüksek lisans olmak üzere beş yıllıktır. Kuran bölümü 2007 yılında imamların ve Kuran uzmanlarının eğitimi için dört yıllık eğitim verme amacı ile kurulmuştur. Bu inisiyatiflere ek olarak, Belçika Müslümanları Konseyi Kasım 2006’da Müslüman din görevlilerinin tanınması ve eğitimine ilişkin olarak kanun tasarısı sundu.
IV. Hollanda+
Hollanda devleti dinleri doğrudan yasama yolu ile değil, mahkeme ve divanların içtihatları dolayısıyla tanır. Böylece dini örgütler özel hukuki kişilikler biçimde tanınır. Ancak 1983 yılından beri devletin dini örgütlere yönelik bir finansal sorumluluğu yoktur. Dini topluluklar, bağış ve hibelerin yanında 1983’de devlet bağışı ile kurulmuş tek bir fona bağlıdırlar. Dini personelin eğitimi devlet tarafından fonlanan kamu eğitim kurumlarınca sağlanır. Ocak 2005’de üniversitelere yapılan açık çağrı, iki üniversitenin desteklenmesi ile sonuçlanmıştır. Amsterdam’da Vrije Univertiteit (VU) 2005 yılından beri Din ve Felsefi İnanç ve İslami Yönelim dallarında lisans programı, İslami Ruhsal Bakım dalında ise bir yüksek lisans programı yürütmektedir. Leiden Üniversitesi de 2006 yılından beri, benzer şekilde İslami Çalışmalar dalında bir yıllık yüksek lisans programı sunmaktadır. Son olarak, InHolland Yüksek Eğitim Koleji iki bölüme ayrılmış lisans derecesi vermektedir: sosyal bilimciler için İslam bilgisi ve imam ve din görevlilerine yönelik din eğitimi. InHolland Koleji, bu kurumdan lisans derecesine sahip olanların doğrudan yüksek lisansa devam edebilmeleri için Vrije ve Leiden üniversiteleri ile işbirliği içindedir.
V. Avrupa’da İslam+
Öte yandan Avrupa Birliği ülkelerinde kamusal alanda giderek daha görünür bir hal alan İslam’ın Batılı devletler tarafından muhatap alınmaya başlanması ve göçmen kökenli grupların İslam dini üzerinden kamusal alana eklemlenmeye çalışılması yönündeki çabalar belirginlik kazanmıştır.
Balkanlar da dâhil olmak üzere Avrupa’da yaşayan Müslüman kökenli insan sayısı bugün itibariyle 20 milyonun üzerindedir. Türkiye’nin de üyeliği ile birlikte bu sayı yaklaşık toplam 600 milyonluk Birlik nüfusu içinde 100 milyona erişecektir. Bu nedenle, son yıllarda Avrupa Birliği’nin İslam konusunda verdiği sınav geleceğin Avrupa Birliği’nin oluşumunda önemli bir etkisi olacaktır.
Bilindiği üzere, bugün Avrupa’da yaşayan Müslüman kökenli insan sayısı Balkanlar’da da yaşayanlar da dâhil olmak üzere yaklaşık yirmi milyon kadardır. Avrupa’daki Müslümanların sayısının geçtiğimiz otuz yılda üçe katlanmasıyla Avrupa’daki üçüncü büyük din haline gelen İslam dini, birçok Batı Avrupa ülkesinde tarihsel olarak hâkim olan Katolik ve Protestan kiliselerine oranla daha hızlı bir şekilde yayılmaktadır. İslam, Batı Avrupa’da önemli bir sosyal, siyasal ve dinsel güç haline gelmiştir. Öyle ki, günümüzde yaklaşık olarak, Almanya’da 2300, Hollanda’da 500, Belçika’da 3500 ve Fransa’da 1500 kadar cami ve mescit bulunmaktadır. Bu cami ve mescitlerin çoğu geçtiğimiz on yılda kurulmuştur, ancak hâlâ ülkelerdeki Müslüman topluluğun dinsel ihtiyaçlarını karşılamakta yeterli değildir.
VI. Laiklik ve Sekülerlik Kavramları +
Türkiye’de laiklik ve sekülerlik kavramlarının sıklıkla hatalı bir şekilde eş anlamlı olarak kullanılmaya görülmektedir. Yukarıda ayrıntılarıyla anlatılan ülke örnekleri ve bu örneklerin tarihsel öyküleri laiklik ve sekülerlik kavramlarına ışık tutmak açısından da oldukça faydalıdır. 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına giren ve 1927 yılından bu yana Cumhuriyet Halk Partisi’nin programlarında telaffuz ettiği laiklik kavramı etimolojik köken olarak latince “Lai” (lay, sıradan insanlar) kavramından gelmekte olup, ruhban sınıfı dışındaki kiliseye ait insan topluluğu anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle Fransa’da tecrübe edildiği şekliyle 1905 yılında anayasal nitelik kazanan laiklik ilkesiyle, inananların ruhban sınıfının egemenliğinden kurtarılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Türkiye’de de benzer şekilde laiklik ilkesinin, son iki yüzyıldır zayıflayan siyasal otorite karşısında giderek güçlenen, fetvalar veren, yargıyı elinde bulunduran Şeyhülislamlık kurumunun diğer bir deyişle ulemanın inanlar üzerindeki egemenliğini sona erdirmek amacıyla Anayasa’ya konulduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle, Fransa’da giderek sınırsız bir güce sahip olan Kiliseyi ve ruhban sınıfı karşısında inanan halkı koruyabilmek için Laiklik maddesinin Fransa Anayasası’na konulduğu görülmektedir. Benzeri bir yaklaşımın Türkiye için de söz konusu olduğu söylenebilir.
Sekülerlik kavramının da ifade ettiği anlama bakmakta fayda var. Sekülerlik kavramı, etimolojik açıdan bakıldığında dünyevi veya çağdaş anlamına gelen Latince saeculum kavramından türediği görülmektedir. Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde seküler devletten bahsedilirken, devletin dünyevi olan ile diğer dünyaya ait olan arasında ayrım olduğuna dair bir yaklaşımdan hareketle dini mümkün olduğunca kullanmamaya çalıştığı görülmektedir. Sekülerlik kavramının tam Türkçe tercümesinin dünyevi ve çağdaşlık şeklinde yapılabilmesi mümkündür.
Sonuç +
Kaynakça +
Ferrari, Silvio (2004). “İslâm ve Din-Devlet İlişkilerinde Batı Avrupa Modeli”, Çev. Mehmet Salih Kumaş, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 1: 303-319
Kaya, Ayhan (2009). Islam, Migration and Integration: The Age of Securitization. London: Palgrave.
Kaymakcan, Recep (ed) (2006). Çokkültürlülük, Eğitim, Kültür ve Din Eğitimi, DEM Yayınları.
Köse, Ali ve Talip Küçükcan (2010). Avrupa Birliği Ülkelerinde Din ve Devlet İlişkisi. İstanbul: İSAM Yayınları.