Nuran Talu
Anahtar Sözcükler Çevre Müktesebatı, Direktifler, Yatay Mevzuat, Sürdürülebilir Kalkınma, Kirleten Öder İlkesi, Yansıtma, Çevre Eylem Programları
Avrupa Birliği’nde (AB) çevrenin ve doğal kaynakların korunmasının önemi 70’li yıllarda hissedilmeye başlanmıştır. Çevre sorunlarının sınır tanımaması, Avrupa Birliği üye ülkelerinin bu alanda ortak bir politika belirleme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. AB’ye üye ülkelerin birlikte bir çevre politikası oluşturulması ihtiyacının iki temel gerekçesi vardır. Birisi, üye ülkelerdeki yaşam kalitesinin yükseltilmesi, diğeri ise, çevre konusunun ekonomi politikalarıyla olan bağıdır.
AB çevre politikasının temel amacı; çevre kirliliğini ortadan kaldırmak ve azaltmak, doğanın ve doğal kaynakların, ekolojik dengeye (1) zarar vermeyecek biçimde kullanılmasını sağlamaktır.
AB çevre politikaları; çevresel zararın kaynağında önlenmesini sağlamakla birlikte, çevre koruma konusunun yalnız başına değil, ülkelerin kalkınması ile birlikte ele alınmasını benimsemiştir. Bu nedenle AB, çevreyi korumanın sanayi, enerji, ulaştırma, turizm ve tarım faaliyetleri gibi diğer faaliyetlerde de dikkate alınması için uğraşılmaktadır.
Birlik çevre politikalarında sürdürülebilir kalkınma prensiplerini bu nedenle benimsemektedir. Çünkü sürdürülebilir kalkınma demek; bir yandan vatandaşının ekonomik ve sosyal refahını sağlamak için ekonomik olarak güçlü olmak için uğraşırken, öte yandan da bütün bu kalkınma faaliyetlerinin çevreyi bozmadan yapılması demektir. Ekonomik büyüme; enerji ve maddelerin giderek daha fazla tüketimi, atıkların ve kirliliğin artışı anlamına gelmektedir, bu da doğal olarak çevre üzerindeki baskıları artırmaktadır. Ancak, yeryüzünün doğal kaynakları hem sınırsız değildir, hem de sonsuza kadar kendini yenileyemez.
Avrupa Birliği hukukuna, bu düşüncelerle 1992 yılında AB Maastricth Antlaşması ile sürdürülebilir kalkınma kavramı resmen girmiştir. 1997'de kabul edilen AB Amsterdam Antlaşması ile de; sürdürülebilir kalkınma felsefesi Avrupa Birliği'nin en temel hedeflerinden birisi haline getirilmiştir. Son olarak 2009 yılında Anayasa öneminde/ağırlığında olan AB Lizbon Antlaşması’nda Avrupa Birliği'nin gelecekteki gelişmesinin; sürdürülebilir kalkınmaya ve çevrenin yüksek düzeyde korunması ilkesine dayandırılması ilkesi yer almıştır. Böylece çevre konusunun; ticaret, endüstri, enerji, tarım, ulaşım ve turizm vb. dahil, Birliğin diğer tüm ekonomik ve sosyal politikalarının uygulanması ile bütünleştirilmesi sağlanmıştır.
Avrupa Birliği sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için bu alandaki bilimsel ve teknik ilerlemeye de çok önem vermektedir. AB bütçelerinde iklim değişikliği ve deniz bilimi ve teknolojileri gibi dünyanın geleceğine yönelik çevresel araştırmalar için önemli finansman kaynakları ayrılmıştır.
Özellikle iklim değişikliği ile mücadele için AB, sera gazı (2) emisyonlarının (3) azaltılmasına yönelik olarak enerji politikasını yenilemiştir. AB’nin enerji sektöründeki bu yöndeki faaliyetleri, daha çok enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına yöneliktir. Buna göre AB, 2020 yılına kadar sera gazı emisyonlarının %20 azaltılması; 2020 yılına kadar enerji verimliliğinin %20 artırılması ve yine 2020 yılına kadar yenilenebilir enerjinin toplam enerji tüketimindeki oranının %20 oranına getirilmesini hedeflemiştir. Bu hedefler doğrudan AB’nin iklim değişikliği ile mücadele etmek için belirlediği hedeflerdir.
Avrupa Birliği; suyun, nehirlerin, göllerin ve havanın korunması, toprağın ve ormanların olduğu gibi muhafaza edilmesi için çevre koruma faaliyetlerinde özel önem vermektedir. Böylece bireyin ve diğer canlıların sağlığı ve yaşam kalitesi de korunacaktır. Avrupa’da dolayı tehdit eden ve çevre kirliliği yaratan en önemli faaliyetler sanayi faaliyetleridir. Sanayiden kaynaklanan çevre kirliliğinin önlenmesi için çıkarılan kanunlar ve uygulamaları çerçevesinde; Avrupa’da kurşun, kadmiyum ve cıva gibi toksik (zehirli) maddelerin sanayi faaliyetlerindeki emisyonları önemli ölçüde azalmıştır.
AB çevre kanunları ile sıkı kontroller getirilerek, ormanlar ve sular (nehirler ve göller) üzerinde önemli olumsuz etkileri olan kükürt dioksit (SO2) emisyonları önemli ölçüde azaltılmıştır. Avrupa Birliğinde, yer kürenin etrafındaki koruyucu bir tabaka olan stratosferik ozon tabakasına zarar veren kimyasal maddelerin kullanımı yasaklanmıştır. Bunun için bu maddelerin üretilmesi belirli zaman sınırları konarak kademe kademe durdurulmaktadır.
Avrupa’da tarım sektörü de çevresel bozulmalar yaratmaktadır. Avrupa Birliği, tarımsal faaliyetlerinde, çevre koruma önlemleri için tehlikeli tarım ilaçlarının ve kimyasal maddelerin bazılarının kullanılmasını da yasaklanmış, bazılarına da katı standartlar getirmiştir.
Avrupa nüfusunun önemli bir bölümü kentlerde yaşadığından kentleşmeden kaynaklanan çevre kirliliğinin önlenmesi de önemlidir. Kentlerdeki en önemli çevre sorunları kanalizasyon ve atık sular ile katı atıklardır (çöpler). Gelişmiş Avrupa ülkelerinde kentsel çevre sorunları büyük ölçüde çözülmüş olmakla beraber, Birliğe yeni üyeler (2007 yılında AB’ye üye olan Romanya, Bulgaristan gibi) halen bu sorunları aşmak için çalışmaktadır.
Atık Sektörü, AB’nin çevre kirliliğinin önlenmesinde önemli sektörlerden biridir. Avrupa Birliği’nin atıkların yönetilmesinde temel prensipleri; kirleten öder, üreticinin sorumluluğu, yeterlilik (yeterli miktarda tesis) ve yakınlıktır (atığın üretildiği yere en yakın alanda bertaraf edilmesi ve değerlendirilmesi). Avrupa Birliği’nin Atık Yönetimi Çerçeve Direktifi (4), atık üretiminin önlenmesi, geri dönüşümü, geri kazanım ve bertaraf edilmesi süreçlerini kapsamaktadır. AB’de ayrıca, atık yönetiminde; atıkların düzenli depolanması, atıkların taşınması, atıkların yakılması, tehlikeli atıklar, tıbbi atıklar ile özel atıklarla (atık pil ve akümülatörler, ömrünü tamamlamış araçlar, atık elektrikli ve elektronik eşyalar, ambalaj ve ambalaj atıkları gibi) ilgili çok sayıda Direktif ve başka yasal düzenlemeler de vardır, AB’nin atıklarla ilgili kapsamlı bir envanter sisteminin olması uygulamaları kolaylaştırmaktadır.
Kentlerdeki önemli çevre sorunlarından biri de hava kirliliğidir. Avrupa kentlerinin çoğunda hava kirliliğinin başlıca nedeni trafiktir. Motorlu taşıt araçlarından kaynaklanan kirletici emisyonların kontrolü, hem kentlerin akılcı planlanması açısından hem de motorlu taşıt endüstrisinin çevresel kaygıları dikkate alma noktasında, Avrupa’da önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Avrupa Birliği, hava kalitesinin artan trafiğe rağmen iyileşmeye devam etmesini sağlayacak yeni, düşük maliyetli kirletici emisyon limitleri ve yakıt kalitesi standartları belirlemiş olup, denetimlerini sıkılaştırmıştır.
AB çevre politikası temel olarak, kirlilik oluşturduktan sonra temizlemek yerine, kirliliğin başından önlenmesi yaklaşımına dayanmaktadır. AB’de kirliliğin giderilmesinde, öne çıkan sektörler su ve atık sektörleri olup, kirliliğin yayılmasını önlemek amacıyla atığın oluştuğu yere en yakın yerde bertaraf edilmesi esastır. Bu yolla kirliliğin, Avrupa’daki ülkeler arasında sınır-ötesi hareketinin de önlenmesi öngörülmüştür. Avrupa’da çevre politikasının uygulanması önemli ilkeler çerçevesinde yapılır. Bunlar:
A. Kirleten Öder İlkesi
Kirleten öder ilkesi, AB’de kirliliğin önlenmesi amacıyla benimsenen en temel ilkelerden biridir. Bu ilke ile kirletenlere, neden oldukları kirlilik ile mücadelenin bedelinin ödettirilmesi esastır. Kirletenler kirliliği azaltmaya, dolayısıyla daha az kirleten ürün ve teknolojiler yaratmaya teşvik edilmekte ve bu yönde finansman yaratmak için çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Örneğin, AB’nin Atık Çerçeve Direktifi bu ilke çerçevesinde atığın bertaraf edilmesi sürecindeki masrafların, atık sahibine ait olduğu hükmünü getirmiştir.
B. Bütünleyicilik İlkesi
Bu ilke, çevrenin korunması politikasının Avrupa Birliği’nin diğer politikalarının içine entegre edilmesi ilkesidir. Örneğin, tarım, sanayi, turizm, rekabet ve serbest dolaşım politikası gibi önemli politikaların uygulanmasında çevreyi korumak dikkate alınmalıdır.
C. Yüksek Düzeyde Koruma İlkesi:
Bu ilkeye göre AB’nin kurumları olan; Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi aldıkları kararlarda AB’nin çevre politikasını uygulamak durumundadır. Bu kurumlar yüksek düzeyde kurumlar olduğundan, çevrenin böylece yüksek düzeyde korunması amaçlanmıştır.
D. İhtiyatlılık İlkesi
Bu ilke ile herhangi bir faaliyetin muhtemel olumsuz çevresel etkileri, bilimsel açıdan henüz kanıtlanmasa da, bu faaliyet gerçekleşmeden önce önlem alınması amaçlanmıştır. Örneğin iklim değişikliğinin gelecekte ne durumda olacağına dair çok somut bilimsel veriler olmadığı durumlarda dahi, iklim değişikliği ile mücadele çalışmaları AB ülkelerinde çok yoğun olarak devam etmektedir.
E. Önleyicilik İlkesi
Bu ilke, çevresel zararın ortaya çıkmasından önce gerekli önlemlerin alınması anlamına gelmektedir. Bu ilke ile çevreyle dost teknolojilerin/temiz teknolojilerin geliştirilerek, kirliliğin önlenmesi benimsenmiştir.
F. Kaynakta Önleme İlkesi
AB çevre politikası çevresel zararın öncelikle kaynağında önlenmesini ilke olarak benimsemiştir. Bu ilke ağırlıklı olarak AB mevzuatında su ve atık sektörlerinde uygulanmaktadır. Bu ilke çerçevesinde atıklar ortaya çıktığı yere en yakın bir yerde bertaraf edilmelidir.
G. Hizmette Halka Yakınlık/Aşamalı Sorumluluk İlkesi:
Bu ilke, çevre koruma hizmetlerinin vatandaşlara sunulmasında en yakın birimlerin rol alması gerektiğini benimseyen ilkedir. Burada sorumluluk daha çok yerel yönetimlere verilmiştir.
Avrupa Birliği çevre mevzuatını geliştirmeye 70'li yıllarda başlamıştır. Avrupa’da çevre ile ilgili ilk yasal düzenlemeler, tehlikeli kimyasal maddelerin test edilmesi ve etiketlenmesi, içme suyu ve yerüstü sularının korunması ve enerji santralleri ile motorlu taşıtlardan kaynaklanan kükürt dioksit (SO2), azot oksit (NO) ve parçacık maddeler gibi hava kirleticilerinin kontrol edilmesi hakkında çıkarılmıştır. 80’li yıllarda artık Avrupa’da insanlar yaşamın kalitesinin sadece gelir ve maddi eşyalarla çözülemeyeceğini anlamışlardır.
1987 yılında kabul edilen Avrupa Tek Senedi anlaşması ile Avrupa Birliği’nde çevre konusu ‘birincil politika alanı’ olmuştur. Böylece, Avrupa’da çevrenin korunması, bireyin sağlığı ve doğal kaynakların akılcı bir biçimde kullanımı için düzenlenen çevre mevzuatı yığınına resmi bir hukuki temel sağlanmıştır.
30 yılı aşkın bir sürede oluşturulan Avrupa Birliği çevre müktesebatı; kararlar, tüzükler, direktifler, tavsiye kararları vb. olmak üzere yaklaşık 500’ün üstünde hukuki düzenlemeyi kapsamaktadır. Çevre alanında AB müktesebatı, 80’i önemli direktif 18’i çerçeve direktif olmak üzere 270 yasal düzenlemeden oluşmaktadır. Bu sayı, bütün ekler ve teknik uyarlamalar dahil olunca 560’dan fazla tutmaktadır. AB’nin çevre ile ilgili mevzuatı günümüzde halen çoğalmaya devam etmektedir.
AB çevre hukukunun önemli bir kısmını daha çok direktifler oluşturmaktadır. Direktifler üye ülkeler için farklı çevre ve ekonomik şartları dikkate alan hükümleri de içerebilmekte ve üye devletlerin farklı hukuki ve idari teamüllerini dikkate alacak şekilde esnek olarak düzenlenebilmektedir.
AB’de çevre korumada temel uygulama alanları; atık yönetimi, hava kalitesinin korunması, su kalitesinin korunması, kimyasallar, Genetik olarak Değiştirilmiş Organizmalar (GDO’lar), nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma, endüstriyel kirlilik kontrolü ve risk yönetimi, gürültü kirliliğinin yönetimi, doğal yaşamın korunması ve iklim değişikliği olarak sıralanmıştır. Bu alanlarda çok sayıda direktif yürürlüktedir. Avrupa Birliği çevre mevzuatı (başta direktifler olmak üzere bir çok yasal düzenleme); hava, su, atık, doğa koruma, endüstriyel kirliliğin kontrolü, kimyasallar, ve gürültü konularını içermektedir.
Ayrıca, bütün bu konuları hep birlikte ilgilendiren çevresel etki değerlendirmesi (ÇED), stratejik çevresel değerlendirme (SÇD), çevresel sorumluluk, çevresel bilgiye erişim, iklim değişikliği gibi konularda da AB’nin çevre ile ilgili yasaları vardır.
Ek olarak, Avrupa Birliği, pek çoğu Birleşmiş Milletler Şemsiyesi altında hazırlanan uluslararası çevre sözleşmelerine ve protokollerine taraf olmuştur. Böylece AB’ye üye olan ülkelerin her biri çevreyi korumak için uluslararası sorumluluk ta almıştır. Bu anlaşmalara, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi örnek olarak verilebilir.
Avrupa Birliği ülkelerinde, doğal kaynakların sınırsız olmadığına dair değerlendirmeler çerçevesinde yapılması gerekenler aşağıdaki şekilde sıralanmıştır:
Bu yöndeki AB politikalarına göre, makro ekonomik ölçekte çevre maliyetlerin fiyatlara yansıtılabilmesi için kirlilik yaratan faaliyetlere ‘dolaylı vergiler’ getirilmesi (CO2 vergisi gibi) veya sürdürülebilir faaliyetler lehine vergi farklılaştırılmasına gidilmesi Avrupa ülkelerinde uygulanan yöntemlerdendir.
Bu çerçevede, Avrupa Birliği Konseyi tarafından, 2006 yılında, genişleyen AB için yenilenmiş bir “AB Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi” kabul edilmiştir. Yenilenmiş bu stratejinin genel amacı; kaynakları etkin bir şekilde yönetebilen, kullanabilen ve ekonominin ekolojik ve sosyal yenilik potansiyelinden yararlanarak insanın refahının ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesini, çevrenin korunmasını ve sosyal uyumu sağlamaktır.
Yeni AB Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, AB’nin geleceğinde birçoğu büyük ölçüde doğrudan çevre ile ilgili olan yedi önemli öncelikli konuda genel amaçları, hedefleri ve somut çalışmaları ortaya koymaktadır. Bunlar aşağıda sıralanmıştır:
Avrupa Birliği’nin çevre politikasının ilkeleri ve müktesebatta yer alan çevre yasaları doğrultusunda, Avrupa’da 1973 yılından itibaren çeşitli dönemleri kapsayan eylem programları yayınlamıştır. AB üye ülkeleri çevre koruma ile ilgili uygulamalarını, bu eylem programları çerçevesinde yapmıştır/yapmaktadır. Bugün itibariyle AB’nin altı Çevre Eylem Programı hazırlanmış olup, 2002-2012 yıllarını içeren Altıncı Çevre Eylem Programı halen yürürlüktedir. AB’nin Yedinci Çevre Eylem Programı hazırlanmakta olup, 2013 itibariyle başlatılacak ve 10 yıl için yürürlükte olacaktır.
Avrupa Birliğinin Birinci Çevre Eylem Programı, 1973–1977 yılları arasında uygulanmıştır. Bu Eylem Programında öne çıkan ilkeler; kirleten öder, kirliliğin kaynakta önlenmesi ve planlama/karar alma süreçlerinde çevrenin dikkate alınması ilkeleridir. Birinci Çevre Eylem Programı’nda insanların yaşam ve yerleşim kalitesinin korunması öncelik olarak kabul edilmiştir.
1977-1981 yıllarını içeren AB İkinci Çevre Eylem Programı, Birinci Eylem Programı’nı tamamlayıcı nitelikte olmuştur. Programda çeşitli alanlarda kirlilik önleme ve koruma politikalarının belirlenmesinin yanı sıra, bu politikalarının uygulanmasında finansman yükünün ağır olduğu konusu bu Eylem Programında belirtilmiştir. Ayrıca, İkinci Çevre Eylem Programı’nda sivil toplum kuruluşlarının çevre alanındaki rollerinin önemi vurgulanmıştır.
1982-1986 dönemini kapsayan AB Üçüncü Çevre Eylem Programı ile tarım, enerji, sanayi, ulaştırma ve turizm sektörlerinden herhangi birinde gerçekleştirilen ekonomik bir faaliyette, henüz plan aşamasında iken, çevre boyutunun dikkate alınmasının sağlıklı ekonomik büyüme açısından faydalı olacağı belirtilmiş, kıt kaynakların kirlenmesi ve zarar görmesine karşı sürdürülecek mücadelenin böylece daha ucuz ve etkin bir şekilde yürütülebileceği düşünülmüştür. Üçüncü Çevre Eylem Programı’nda, istihdam (çevre koruma faaliyetlerinde iş fırsatı yaratma) ve çevre politikaları arasında daha somut bir bağ oluşturmak ve sanayi alanındaki yenilikleri/teknolojileri geliştirmek önemlidir vurgusu yapılmıştır.
AB’nin Dördüncü Çevre Eylem Programında (1987-1992), daha önceki Programlarda rastlanmayan şekilde çok sıkı çevre standartlarına yer verilmiştir. Dördüncü Programda enerji üretimi ve çevre koruma amaçları arasında bir denge kurulması şartı koşulmuştur. Enerji daha çok fosil yakıtlardan elde edildiği için atmosferde kirlenme kaçınılmaz olmaktadır.
Çevre kirliliğinin önlenmesi için alınan önlemler de enerji maliyetlerini artırmakta ve farklı enerji kaynaklarının rekabet fiyatlarını etkilemektedir. Enerji tasarrufu yapılması, fosil yakıtlar yerine alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması ile ilgili bir çok tedbir bu Programda dile getirilmiştir.
1993-2000 yıllarını kapsayan AB Beşinci Çevre Eylem Programı, AB’nin sürdürülebilir kalkınma amaçlarını hayata geçirebilmek için tarım, ulaştırma, enerji, sanayi ve turizm gibi önemli bazı sektörlerin çevre ile uyumlu büyümesi için eylemler belirlemiştir. Beşinci Program’da özellikle hava kirliliği, asit yağmurları, su kaynaklarının ve doğal kaynakların korunması, biyolojik çeşitlilik, GDO’lar ve iklim değişikliği önemsenen konular olmuştur.
Halen yürürlükte olan AB Altıncı Çevre Eylem Programı’nın (2002-2012) çevresel hedeflere ulaşmak amacıyla oluşturduğu temel stratejiler aşağıda belirtilmiştir:
AB Altıncı Çevre Eylem Programı bu yaklaşımlar doğrultusunda, dört öncelikli alanda daha sıkı önlemler alınmasını öngörmektedir. Bu alanlar; 1) iklim değişikliği, 2) doğa ve biyolojik çeşitlilik, 3) çevre ve sağlık ve 4) doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve atık yönetimi alanlarıdır.
Çevre konularında Türkiye'de güncel olarak yapılan birçok çalışmaya rağmen, Türkiye’nin bu konuda AB’ye uyum düzeyi genel olarak değerlendirildiğinde, katılım sürecinde en çok zorlanılacak konunun "çevre" olduğu bilinmektedir.
Türkiye Avrupa Birliğine uyum sürecinde çevre koruma alanında çok sayıda yeni yasal düzenleme yapmak ve bunları iyi uygulamak durumundadır. Yasaları uygulamak söz konusu olduğunda, doğal olarak ortaya finansman konusu çıkmaktadır. Çünkü, AB’nin çevre politikalarına uyum sağlamak oldukça maliyetlidir.
Türkiye’nin sadece kendi bütçesinden ayırdığı kaynaklarla bu uygulamaları kısa zamanda yapması zor görülmektedir. Çevre projelerine birçok AB fonu ayrılmışsa da, bu finansman kaynakları da yeterli olamamaktadır.
Türkiye’de çeşitli çevre konularında; su, hava, atık, sanayi, doğa koruma, kimyasallar, gürültü vb. alanlarında ihtiyaç duyulan mali kaynak bugün itibariyle yaklaşık 70 milyar Euro olarak tespit edilmiştir. Oldukça yüksek olan bu rakam daha detaylı çalışmalar yapıldığında da artacaktır.
Dolayısıyla, Türkiye’nin AB’nin çevre politikalarına ve çevre standartlarına uyumu ve daha da önemlisi bunları uygulamaya yansıtması; gerek zaman, gerekse mali açıdan uzun ve külfetli bir süreçtir. Bugün bu yönde yapılan çalışmalar; çevre koruma ile ilgili hemen her kesimin (kamu, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, özel sektör, tek tek bireyler vb.) kapasitelerinin geliştirilmesinden başlayarak, teknik yardıma ve çevre yatırımlarının finansmanına kadar bir çok boyutta yürütülmektedir.
AB çevre uyum sürecinde kısa, orta ve uzun vadede gerçekleştirilmesi planlanan çalışmalar hem Türkiye, hem de AB’nin öncelikleri dikkate alınarak yapılmaktadır. Genel hatları itibariyle bakıldığında, Türkiye ve AB’nin çevre politikası öncelikleri örtüşmektedir. Mesele, uygulamalar ve yatırımlar safhasında akılcı bir önceliklendirmenin yapılmasıdır. Çünkü, Türkiye’de çevre ile ilgili tüm kesimlerin ilgili AB direktifleri bazında çeşitli teknik konularda uzun süreli desteğe ihtiyaç vardır.
Bu durumda iyi bir planlama yapılarak çevre koruma alanında Türkiye’de halk sağlığını tehdit eden ve/veya öncelikli olan hangi konular varsa, ilk aşamada bu alanlarda uygulamalar yapılmalıdır.
Bir yandan atık su ve kanalizasyon sorunları ile katı atık sorunlarının ülke çapında çözümlenmesi gerekirken, öte yandan hızla kalkınmakta olan Türkiye’nin, büyümeden kaynaklanan çevre sorunlarını da ihmal etmemesi lazımdır. Bugün AB’nin Türkiye’ye çevre alanında ayırdığı fonlar öncelikli olarak; içme suyu, kanalizasyon, atık su ve katı atık projelerini desteklemektedir.
Çevre maliyetlerinin sadece uluslararası fonlarla ve kısıtlı ulusal bir bütçe ile karşılanması bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de imkansızdır. Bu durumda, üretim ve tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi ve toplumun her kesiminde çevre korumanın özendirilmesi önkoşuldur. Böylece çevre baştan korunacak, kirletildikten sonra temizlemek için gerekli yatırımlar azaltılmış olacaktır.
Türkiye’nin adaylık sürecinde çevre alanında tam uyumun sağlanmasında genelde üç önemli aşamanın gerçekleşmesi gerekmektedir:
1. Mevzuat Uyumu: Avrupa Birliği’nin çevre ile ilgili yasal düzenlemelerin Türkiye’de de çıkarılması ve uygulanması, şayet Türkiye’de mevcut çevre yasaları AB ile uyumsuz ise bunların değiştirilmesi.
2. Uygulama: AB çevre müktesebatının ülkede kanunlar çıkararak uyumlaştırılmasından sonra, çevre altyapısı ve sanayi üretiminde uygun teknolojilerin kullanılması yoluyla uygulamaya yönelik adımların atılması, gerekli durumlarda yeni kurumların kurulması, Bakanlıkların görevlerinin yeniden düzenlenmesi, uygulamaların yapılması için finansman kaynaklarının geliştirilmesi, mevzuata uyum için gerekli denetim mekanizmalarının ve cezaların uygulanması.
3. Yatırım: Ülke çapında çevre ile ilgili yatırımların yapılması (Atık su arıtma tesisleri, katı atık, tehlikeli atık bertaraf tesisleri gibi).
Türkiye’nin çevre alanında AB’ye tam uyum sağlaması için önemli olan konulardan biri de, çeşitli ve çok sayıda çevre projesi hazırlamaktır. İhtiyaç duyulan alanlarda projeler çoğalırsa AB’nin destek vermesi de kolaylaşmaktadır.
Türkiye, çevre yasalarıyla AB’ye ne kadar uyumlu olduğunu gösteren mevzuat Tarama Süreci’ni 2006 yılında tamamlamıştır. Bu süreci takiben 2009 yılında “AB Çevre Faslı “müzakerelerinin açılması için Türkiye tarafından; yatay konular ile hava kalitesi, atık yönetimi, su kalitesi, doğa koruma, endüstriyel kirlilik kontrolü ve risk yönetimi, kimyasallar yönetimi, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ve gürültü yönetimi olmak üzere dokuz alanda bir “Strateji Belgesi” hazırlanmıştır.
Yine aynı süreçte Gümrük Birliği kapsamındaki; Tehlikeli Kimyasallar Direktifi, Deney Hayvanları Direktifi, Ambalaj ve Ambalaj Atıkları Direktifi, Petrol ve Motorin Kalitesine İlişkin Direktif, Bazı Sıvı Yakıtların Kükürt İçeriğine İlişkin Direktif olmak üzere 5 AB Çevre Mevzuatı için Uygulama Notları, Türkiye tarafından AB’ye verilmiştir.
Sonuçta, Aralık 2009’da Türkiye için “Çevre Faslı” açılmıştır. Türkiye’nin “Müzakere Pozisyon Belgesi”ne karşılık olarak hazırlanan Avrupa Birliği’nin “Ortak Müzakere Pozisyon Belgesi”nde, “Çevre Faslı”nın geçici olarak müzakerelere kapatılabilmesi için, AB’nin şart koştuğu altı adet “Kapanış Kriteri” belirlenmiştir. Bu kriterler aşağıda verilmiştir:
Bu süreçte doğrudan ilgili bakanlıklar (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Bakanlığı) ve diğer kamu kuruluşları başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, iş dünyası ve üniversiteler yukarıdaki teknik kriterlerin yerine getirilmesi için çalışmaktadır.
https://www.bayindirlik.gov.tr
http://www.europe.eu.int/comm/environment
http://www.euturkey.org.tr/abportal/category.asp
http://europa.eu.int/comm/environment/index_en.htm
1 Ekolojik denge; insan, hayvan, bitkilerin tabiatta hayatlarını sürdürebilmesi ve birlikte yaşayabilmesi için birbirlerini tamamlamaları ve birbirlerinden istifade etmek istemeleriyle oluşan doğal dengedir. Örnek: Doğan küçük balıklar büyük balıklar tarafından yenmese denizler 1 yıl içerisinde balıklarla dolar ve taşar.
2 "Sera gazları: Karbondioksit (CO2), Metan ve Nitrotoksit, Ozon, gibi gazlar sera etkisi yaratan gazlardır. CO2 ın iklim değişikliği ile mücadelede en kirletici gazlardandır.
3 Emisyon (Salınım): Kelime anlamı olarak emisyon; dışarı çıkarmak, yaymak, ihraç etmek, dolaşıma sokmak gibi anlamlara gelmektedir. Çevre açısından emisyon; yakıt ve benzerlerinin yakılmasıyla; sentez, ayrışma, buharlaşma ve benzeri işlemlerle; maddelerin yığılması, ayrılması, taşınması ve diğer mekanik işlemler sonucu bir tesisten atmosfere yayılan hava kirleticileri olarak tanımlanır. Kısaca, gaz ya da gaz partikül karışımlarının atmosfere verilmesi, yayılması, kirletilmesi salınımdır.
4 Direktif Avrupa Birliği yasasıdır. Direktifler Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyi'nin varlığında oylanır. Kabul edildikten sonra, direktifler üye ülkelerin yasaları ile uyumlaştırılır. Direktifler üye ülkeleri bağlayıcıdır, ancak ulusal otoriteler bu kuralların kendi ulusal yasalarına nasıl yansıtılacağı konusunda kendileri karar verirler.
5 Avrupa Birliği Müktesebatı (acquis communautaire), temel Avrupa Birliği anlaşmalarında ve diğer yardımcı hukuk kaynaklarında (tüzük, karar, yönerge vs.) yer alan kural ve kurumlar bütününü ifade etmektedir. Dış ilişkiler, güvenlik ve adalet, serbest dolaşım, gümrük birliği, çevre koruması, eğitim ve araştırma vs. tüm konular AB Müktesebatı içinde yer alan konulardır (Kaynak: Vikipedi). Kısaca müktesebat yürürlükte olan yasa, tüzük, yönetmelik vb.nin bütünü demektir.
6 Bu kriter siyasi bir kriter olup, çevre koruma ile ilgili değildir.